Blog Arşivleri

Alevilikte ” Nefsi Bilmek “

Ulu Hünkâr Hacı Bektaş Veli şöyle buyurmakta: “Marifet nefsi silmek değil, bilmektir”. Ulu Hünkâr’ın bu belirlemesi sadece geçmiş ve günümüzde değil, gelecek için de yol göstericidir.

Nefis; insanoğlunun çatışmalı olduğu ve bir türlü gerçek anlamıyla bir ortak çözüm bulamadığı bedensel ihtiyaçlar bütünüdür. İnsanlar nefislerinin aşırı derecede esiri olmuşlar, buna karşı bazı insanlar da tepki şeklinde nefislerini inkâra yönelmiş, yok saymak istemişler. Oysa nefis, insan tabiatının inkâr edilemez bir gerçeği. Bu gerçeği belirtirken insanın nefsinin esiri olması anlamında belirtmiyoruz. Özce söylersek; ne nefsimizi inkâr edelim, ne de nefsimizin tutsağı, esiri olalım.

Nefsi bilmek, sınırlarını öğrenmek, nefsi ahlâki ölçülere göre; değerlere bağlılık, doğaya bağlılık, inanca bağlılık temelinde değerlendirmek gerekiyor. Birçok insanın nefsinin esiri olduğunu görüyoruz. Nefsi doyurmak adına yapılan iğrençlikleri, sahtekârlıkları, hilebazlıkları, yaşanan çirkefleri görüyoruz. Bütün bu kabul edilemez gayriahlâkî tutumları reddetmek, mahkûm etmek ve bunlardan süratle arınmak gerekiyor.

Dizginlenemeyen nefis bir zaman sonra çöküntüyü de getirir. Belki bazı güncel kazanımlar elde edilir. Fakat sonuç itibariyle kazançtan çok bir kayıp ortaya çıkıyor. Nefsinin esiri olan bir kimse, nefsini doyurmak için her türlü yola başvurur. Nefsi doyurmak adına her türlü yola başvurmak ne kadar doğru? Hayvani bir arzu ve şehvet duygusu ile nefsinin emrine amade olan insan kaybetmiş kimsedir. Burada nefsin olmadığı sonucu çıkmasın. Nefis vardır. Nefis insanidir. İnsani olmayan, nefsini bilmemek ve bunun sonucunda nefsin elinde bir kukla olmaktır. İnsan olan özgürdür ve asla kuklalığı kabûl etmemelidir. Nefis vardır. Nefis insana özgüdür. Doğru anlamda, inanca, doğaya ve insani değerlere bağlılık temelinde kullanılırsa iyidir. Güdülerin esiri olmak, onların yönlendirmesiyle hareket etmek gayriinsanîdir. İnsanlık dışı bütün davranışları, nedeni, gerekçesi ne olursa olsun reddediyoruz, mahkûm ediyoruz.

Nefis derken birçoklarının aklına sadece cinsellik gelebilir. Nefis cinsellikle beraber bütün bedensel ihtiyaçlardır. Yani yemek, içmek, giyinmek vb.. Bunlara mevki, makam, para, şöhret vb. hırsları da katabiliriz. Genel kanı olarak nefisten anlaşılan bedensel ihtiyaçlardır.

Bedensel ihtiyaçlar gereklidir. Ancak aşırısı zararlıdır. Örneğin aşırı yemek yemek gibi ya da aşırı şekilde sevilen bir meyvenin çok yenmesi gibi. Her insanın mutlaka bu tür bir deneyimi olmuştur. Ondan sonra insan çok dikkatli davranmıştır.

Yukarıda izah etmeye çalıştığımız gibi nefsin tanımı ve nedenleri somut değil. Anlatımdaki zorluğumuz da bundan kaynaklanıyor. Bu anlatım zorluğuna rağmen yine de düşüncelerimizi Ulu Hünkâr’ın da yardımıyla belirtmeye çalıştık. Sonuç olarak tekrar özetleyelim ki; nefsimizin esiri olmayalım! Nefsimizi de yok saymayalım. Nefsimizi bilelim ve bilgimiz ölçütünde de onunla dost olalım. Başkalarının doğrularını değil, vicdanımızın ve aklımızın doğrularını esas alalım. Yaşamımızı, nefsimizin emrinde doymak bilmez arzuları tatmin peşinde koşarak geçirirsek, kendimize yazık etmiş olur ve hayattan bir şey anlamadan gitmiş oluruz. Neden nefsimizin emrinde onun tutsağı olalım ki? Nefsimizi bilip kontrol edersek, nefsimiz böylece ruhumuza ve bedenimize hizmet etmiş olur. Doğru olan da budur. Nefsimizi bilmek için geç kalmış sayılmayız. Öyleyse…

Cem Ve Nefes Ilişkisi..

Cem, Semah, Kurban bir ibadet tarzıdır. Bu törenler nefesler ve gülbanklar eşliğinde bir seremoni ve ritüeller zincirlemesiyle olur. Zakir (aşık, sazenderler): Bilal-i Habeş ve İmam Zeynel Abdul-Samed piri olarak kabullenilir.Hz.Muhammed, Bilal’e müzik icra ettirmiştir. Zakirler en az üç kişilik bir heyettir. Bağlama, ney, keman, kudüm gibi enstruman çeşitlerini çalarak; deyiş, düvaz, nefes, miraçlama söylerler. Semahcı (pervane):Ebu Zer Gaffari hizmet piridir.Bacı ve sofulardan oluşan semazenler, semah eda ederler.

Alevi toplumunda yılın veya haftanın belirli günlerinde Cem, Semah, Kurban törenleri yapılmaktadır.Bu törenlerin belirli bir amacı ve ibadete yönelik olarak da adlar vardır. Her Dede Ocağına göre değişiklikler arz eder. Bir Senede 40 civarında cem tutulur/eda edilir. 15 aşkın Cem, 8 Dar Çeşidi vardır. Cuma Cemi, Kurban Cemi, Eğitim Cemi, İkrar Cemi, Musahip Cemi, Görgü Cemi, Ölü Darı Erkanı Cemi, Düşkün Darı Cemi, Abdal Musa Cemi, Birlik Cemi, Lokma Cemi, Kırklar Cemi, Hızır Cemi, Hıdırellez Cemi, Nisan-Düğün Cemi, Lokma Cem gibi yörelere göre değişen adlarla anılan cemler vardır.

Bu cemlerde bağlama ile nefes/deyiş okuma ve geleneği binlerce yıl süre gelmiştir. Dini ve töresel bu gelenek; 12 hizmet adıyla bir seremoniyle başlar ve devam eder. Cem İbadeti; SERCEM denilen mürşit ya da pirin yönetiminde yapılır. Cem bütünselliği Alevi toplumunun Allah’a ulaşma yolunun mistik yanlarını oluşturur.Bu nedenlede müzik ve nefesin içeriği de mistik ortamın durumu yansıtır. Cem birleme ve bağlam da gülbank ile olur. Tek dalga Cemlerde 1 Duvaz 3 Nefes okunur. Sercem’in işareti ile yol kurallarına uygun ve ritüellerin sırasına göre Zakir nefeleri çalıp söyler. Cem lokmasız olmaz. Bu nedenle her cemde muhakkak bir yiyecek yenir ve içilir. Bu bağlamda bizde Alevi Yolu’nu içeren SAHİ’in bir deyişine burada yer verelim:

Kurbanlar tığlanıp gülbang çekildi
Gaflet uykusundan uyana geldim
Dört kapı sancağı anda dikildi
Üryan büryan olup meydana geldim.

Evvel eşiğine koydum başımı
İçeri aldılar döktüm yaşımı
Erenler yolunda gör savaşımı
Can baş feda edip kurbana geldim

Ol demde uyandı batın çerağı
Rehberim boynuma bend etti bağı
Üçer adım ile attım ayağı
Koç kurban dediler inana geldim

Pirim kulağıma eyledi telkiyn
Şah-ı Vilayet’e olmuşum yakın
Mezhebim Ca’ferüs Sadık-ul metin
Allah dost eyvallah peymana geldim.

Özüm darda yüzüm yerde durmuşum
Muhammed Ali’ye ikrar vermişim
Sekahüm hamrini anda görmüşüm
İçip kana kana mestane geldim

Yolumuz On İki İmam’a çıkar
Mürşidim Muhamed Ahmed-i Muhtar
Rehberim Ali’dir sahip-Zülfikar
Kulundur ŞAHİ’ya divana geldim

Cem törenlerine de çoğunlukla zakir tek kişi olur ve nefesleri okur, ancak sazlar birkaç tane olabilir. Erkek zakirlerin yanında kadın zakirlerde vardır. Aleviler de bütün deyişler enstrüman eşliğinde okunur. Bu enstrümanlar Dersim’de farklı Bulgaristan Alevilerinde farklı olup yörelere göre değişiklikler gösterir. Bağlamalar temel enstrüman olmak üzere, keman, kabak kemane, kudüm de icraya katılmaktadır. Nefeslere tek olarak seslendiren zakire; cemi yöneten Dede ve diğer aşıklarda belirli safhalar da eşlik edebilmektedirler. Çok enstrümanla yapılan bu eşlik bazen vokal ya da birkaç kadın ve erkekten oluşan koro katılımla da nefes söylemeleri gerçekleşmektedir. Koral seslendirmeye her cemde rastlamak olanağı yoktur. Müzik açısından gelişkin bazı Dede Ocaklarında yetişmiş ozanların bu tip müziği birlikte icra edebilme yeteneğine ve becerisine rastlamak mümkündür. Kısas Köyü, Kantarma Köyü, Hubyar Köyü, Onar Köyü gibi Alevi Cemaatlerinde toplu müzik icrası yapabilmektedir. Alevi toplumunda enstrümansız koral icra olmaz.

Muhabbet cemlerinde seslendirilen deyişlerin melodilerinde ise daha dünyevi duyguların egemen olduğu hemen hissedilir. Nefeslerin melodik örgüleri cemlerin durumuyla yakından ilgilidir. Tevhid zikri ağırlıklı özsel “İçeri Cemi”nde mistik karakterli, insanları coşku ve cezbeye getiren nefesler çalınıp söylenir. Bu nefeslerde ilahi bir veche ve gizemli bir örtü kalıbı melodisi vardır. Her Dede Ocağı kendine göre benimsediği 7 ulu Ozanın bir nefesini yöresel müzik kalıbıyla seslendirerek Cemlerde huşu içinde söyler. Bu anlayış “yol bir sürek bin bir” ifadesinde somutlaşmıştır.

Bu inançta Orta-Asya Türklüğündeki Gök-Tapınak geleneğinin bir uzantısıdır.Türk kültürünün altın çağı dediğimiz Karacaoğlan çağında, Karacaoğlan sevdiğinin gözlerini methetmek için Türkistan coğrafyasında gezinir. Bu, halk kültürünün ileri düzeyde bir temsilcisinin his dünyasında kendini bulmuştur. Sevdiğinin gözlerini Belh’e, Buhara’ya, Türkistan’a değer gözlerin diyerek ifade eder. Karacaoğlan’ın dünyevi deyişi ile manevi semah nefesi; insan olmanın güzel bir ifadesidir.
TEVHİD NEFESİ

Girdi Muhammed Canım Sürelim hümmed

Bir adın Ahmet canım Elhamdürüllah

Canım Elhükürüm Allah

Göklerde ay var yoksullar baylar

Allaha yalvar canım Elhamdürüllah

Göklerde yıldız sürelim dümdüz

Geceler gündüz canım Elhamdürüllah

Gör Yunus ne demiş

Sıtk ile hü demiş!…(*)

Ilgıt ılgıt eser seher yelleri

Burcu burcu kokar onun gülleri

Yeşil alem çekmiş gider yollara

Ellez dedem gelir bizim ellere

Allah Hü, Allah, Hak La İlahe İllallah!…

İndim seyreyelim Çini Maçini

Gönlüm arzulayor Ali Koçunu

Arzeyledim göremedim göçünü

Ellez dedem gelir bizim ellere

Dedem her dem gelir bizim ellere

Allah hü Allah Hak la ilahe illallah!…

Kavuşturdun hem bağ ile bostanı

Göresim geldi gözler mestanı

İndim seyreleydim Arabistanı

Ellez dedim gelir bizim ellere

Dedem her dem gelir bizim ellere

Allah hü Allah Hak la ilahe illallah!…

Denemek mi olur gökte yıldızı

Bağrıma kar etti nadanın sözü

Arıdan ipekten bunların sözü

Ellez dedem gelir bizim ellere

Dedem her dem gelir bizim ellere

Allah hü Allah Hak la ilahe illahlah!…

Muhyettin efendim Hızır atası

Hazreti Haktan tutmuş putası

Üçüde bir olmuş okur fetvası

Ellez dedem gelir hem bu demlere

Dedem her dem gelir bu demlere

Allah hü Allah Hak la İlahe İllahlah!…

Bir dem usluyam bir dem deliyim

Coşarsam da hendeğimde doluyum

Eşiğinde edna geda kuluyum

Ellez dedem gelir bizim ellere

Dedem her dem gelir bizim ellere

Allah hü Allah Hak la İlahe İllahlah!…

Muhyettin efendim bunlar yemeni

Kimi Türk’tür kimi Hasan Abdallı

Arıdan ipektten bunların gönlü

Ellez dedem gelir bizim ellere

Dedem her dem gelir bizim ellere

Allah hü, Allah, Hak la İlahe İllahlah!…

ABDAL DEDEM eydür ahuben ağlar..(**)

Coşkun sular gibi ahüben çağlar

Eşiğine yüz sürdüğün erenler

Ellez dedem gelir bizim ellere

Dedem her dem gelir bizim ellere

Allah hü Allah Hak la İlahe İllallah!…

ABDAL DEDEM eydür dostlar yarenler

Ak ikrarın bir araya koyanlar

Eşiğine yüz sürdüğüm erenler

Ellez dedm gelir bizim ellere

Dedem her dem gelir bizim ellere

Allah hü, Allah, Hak la İlahe İllallah!…(***)

(*) Bu sözle birlikte her kıtanın sonunda Zakirle birlikte Canlar hep birlikte; “Allah Hü, Allah, Hak La İlahe İllallah!…” diyerek, Tevhit çekmeye başlarlar ve Yedi Kez huşu içinde dalgalanırlar.

(**) Zakirler: Dedem Abdal deyince, tevhid çeken erkekler tevhid çekmeyi bırakıp niyaz bent olarak yapılan duanın sonunu bekleyerek, nyaz bend şeklinde secdede kapalı durular. Bacılar secdeye varmazlar. Zakir nefese devam eder.

(***) Tevhid Nefesi bittikten sonra, Dede: Er cemali, Pir cemali Muhammed Mustafa’ya selavat diyerek canlarla birlikte topluca 12 İmamları da kapsayan salavat getirilir. Sonunda Dede tevhidin sona erdiğine dair bir gülbank okur ve canlar normal oturuşa geçerler.
Evvel eşiğine koydum başımı
İçeri aldılar döktüm yaşımı
Erenler yolunda gör savaşımı
Can baş feda edip kurbana geldim

Ol demde uyandı batın çerağı
Rehberim boynuma bend etti bağı
Üçer adım ile attım ayağı
Koç kurban dediler inana geldim

Pirim kulağıma eyledi telkiyn
Şah-ı Vilayet’e olmuşum yakın
Mezhebim Ca’ferüs Sadık-ul metin
Allah dost eyvallah peymana geldim.
Muhabbet cemlerinde seslendirilen deyişlerin melodilerinde ise daha dünyevi duyguların egemen olduğu hemen hissedilir. Nefeslerin melodik örgüleri cemlerin durumuyla yakından ilgilidir. Tevhid zikri ağırlıklı özsel “İçeri Cemi”nde mistik karakterli, insanları coşku ve cezbeye getiren nefesler çalınıp söylenir. Bu nefeslerde ilahi bir veche ve gizemli bir örtü kalıbı melodisi vardır. Her Dede Ocağı kendine göre benimsediği 7 ulu Ozanın bir nefesini yöresel müzik kalıbıyla seslendirerek Cemlerde huşu içinde söyler. Bu anlayış “yol bir sürek bin bir” ifadesinde somutlaşmıştır.

Bu inançta Orta-Asya Türklüğündeki Gök-Tapınak geleneğinin bir uzantısıdır.Türk kültürünün altın çağı dediğimiz Karacaoğlan çağında, Karacaoğlan sevdiğinin gözlerini methetmek için Türkistan coğrafyasında gezinir. Bu, halk kültürünün ileri düzeyde bir temsilcisinin his dünyasında kendini bulmuştur. Sevdiğinin gözlerini Belh’e, Buhara’ya, Türkistan’a değer gözlerin diyerek ifade eder. Karacaoğlan’ın dünyevi deyişi ile manevi semah nefesi; insan olmanın güzel bir ifadesidir.

Alevi Bektaşi Tahtacı Nefesleri

Dârü’l-Fünun İlâhiyat Fakültesi’nde ihdas ettiği ve okuttuğu Akvam-ı İslâmiyye Etnografyası dersleriyle ve ayrıca Alevîler ve Tahtacılar üzerinde yaptığı saha araştırmalarıyla yazar, Kültürel Antropoloji’nin bağımsız bir ilim olarak kurulmasına yardımcı olmuştur. Alevîlik konusunda yapmış olduğu araştırmalar, ilk defa Hayat mecmuasında (22 Kânunuevvel 1927), bir yıl kadar sonra da Dârül-Fünun İlâhiyat Fakültesi Mecmuası’nda yayımlanmaya başlamıştır. Bu yazılar, 1927 yılı öncesi Anadolu Alevîleri’nin sosyal ve sırrî hayatları hakkında güvenilir ve tarafsız bilgiler vermektedir. Yerli ve yabancı pek çok araştırıcı tarafından kaynak olarak kullanılan bu yazılar Dr. Turhan Yörükân tarafından derlenmiş ve onun eklediği notlarla birlikte tekrar Anadolu’da Alevîler ve Tahtacılar adıyla yayımlanmıştır. Elinizde bulunan Alevî, Bektaşî ve Tahtacı Nefesleri adlı kitap ise, Prof. Yörükân’ın araştırma yaptığı dönemde, Alevîlerin kutsal kitaplarında, defter ve cönklerinde bulduğu, Dernek ve Cemlerinde, saz eşliğinde söyledikleri nefesleri bir araya getirmektedir. Alevî ibadetinde sıklıkla kullanılan bu nefesler, aynı zamanda, Yusuf Ziya bey’in daha önce yayımlamış olduğumuz kitaplarını, özellikle de Anadolu’da Alevîler ve Tahtacılar ile Şamanizm adlı kitaplarını tamamlamaya ve onları daha iyi anlamamıza yardımcı olacaktır. *** AÇIKLAMA VE TEŞEKKÜR Prof. Dr. Yusuf Ziya Yörükân, 1924 yılında Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile kapatıldıktan sonra, Süleymaniye Medresesi’nden (Medresetü’l-Mütehassisîn’den)ayrılarak Dârü’l-Fünun İlâhiyat Fakültesi’ne geçmiş, o zamanlar öğretim üyelerine tahsis edilen bir makam olan Fakültenin Birinci Ketebeliği (Genel Sekreterliği) görevine getirilmiştir (29 Mayıs 1924). Vermekte olduğu “Mezheblerin Tetkikinde Usul”, “Hal-i Hazırda İslâm Mezhebleri” ve “Akvâm-ı İslamiyye Etnografyası” dersleri dolayısıyla Alevî toplulukları üzerinde birtakım saha araştırmaları yapmaya başlamıştır. Yaptığı araştırmaların sonuçlarını ilk defa Hayat mecmuasında, 1927-28 yılları arasında, 1928 yılından sonra da Dârü’l-Fünun İlâhiyat Fakültesi Mecmuasında yayımlamaya başlamıştır. Yusuf Ziya Bey, sözkonusu edeceğimiz şiir defterinde bulunan şiirleri, Anadolu’da Türkmenler, Yörükler ve Alevî köylüleri konusunda yaptığı araştırmalar sırasında toplamış veya derlemiştir. Toplamış olduğu şiirlerin bir kısmını yayımladığı yazılarında kullanmış; büyük kısmı ise, bugüne kadar yayımlanmadan kalmıştır. Elinizde bulunan kitap içerisinde yer almış olan nefes ağırlıklı şiirler, birkaç tanesinin dışında, daha önce Turhan Yörükân tarafından notlandırılmış ve derlenmiş olan Anadolu’da Alevîler ve Tahtacılar (Ankara: T.C. Kültür Bakanlığı, 1998, 2002; İstanbul: Ötüken Neşriyat 2006) adlı kitapta bulunanların bir tekrarı değil, onları tamamlamak üzere derlenmiş olanlardır. Bu defa tekrar yayımlanacak olan birkaç şiir ise, aynı şiirlerin değişik varyasyonlarıdır. Bu “Açıklama ve Teşekkür” yazımızda, Alevî-Bektaşî ve Tahtacı kavramlarının tarihî gelişmesini ve ne mânâya geldikleri konusunu ayrıntılı bir tahlile tâbi tutacak değiliz. Bu konuya ilgi duyanlara Yusuf Ziya Bey’in Anadolu’da Alevîler ve Tahtacılar adlı kitabıyla, Şamanizm (İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2006, 2009) ve Müslümanlıkta Dinî Tefrika (İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2009) adlı kitaplarına başvurmalarını salık veririz. Birinci kitapta, Alevî-Bektaşî ve Tahtacı toplulukları ile bunların inanç sistemleri, kutsal kitap ve metinleri hakkında ayrıntılı bilgiler verilmiş; ayrıca, Yusuf Ziya Bey’in Anadolu Alevîleri üzerinde yapmış olduğu araştırma sırasında uyguladığı metodolojik anlayış da, kitaba eklediğimiz kapsamlı bir not ile, tanıtılmıştır (Ötüken Neşriyat, ss.53-56). İkinci ve üçüncü kitapta ise, Şamanizmin ve Bâtınîliğin Alevî-Bektaşî ve Tahtacı inanç sistemini nasıl etkilediğinin mezhebî bir tartışması yapılmıştır. Her iki kitapta ele alınmış olan konular ve getirilmiş olan yorumlar, elinizde bulunan kitapta yer almış olan şiirlerin Alevî usul ve erkânını ne şekilde etkilemiş olduğunu açık bir şekilde göstermektedir. Bu bakımdan, bu kitapta bu temel konuların kısa da olsa bir tanıtımına girişmeyeceğiz; okuyucunun, bu kitaplara başvurmalarını önermekteyiz. Yusuf Ziya Bey’in 1927 ve 1928 yılları arasında Hayat mecmuasında yazdığı ve Anadolu’da Alevîler ve Tahtacılar adlı kitaba aldığımız seri yazılarından bir alıntı yaparak, elinizdeki kitabın başlığını oluşturmuş olan Alevî-Bektaşî ve Tahtacı tâbirlerinin ne mânâya geldiğini kısaca belirlemeye çalışalım. Yusuf Ziya Bey, Alevî denen insanların birçok aşirete mensup olabileceklerini söyleyerek, bizlere aşağıdaki bilgiyi vermektedir. Yusuf Ziya Bey’e göre, “Anadolu Alevîliği’ni temsil eden kısım, birçok aşirete ve birçok mıntıkaya, ekseriyetle Türkmenlere nüfuz eden Alevîliktir; buna Köy Bektaşîliği denildiği gibi, Türkmen Alevîliği de denilebilir. Biz Anadolu Alevîliğini geniş bir çerçeve içine almış olan nev’e Çelebi Kolu demeyi daha muvafık buluyoruz. Çelebi Kolu… Hacı Bektaş-ı Velî evlâdından olduklarını söyleyen Çelebilere tâbi olan Alevîleri ifade eder. Buna mukabil suret-i mutlakada ‘Bektaşî’ unvanını taşıyan Mücerred Kolu veya Babalar Kolu denen bir grup vardır ki bu, Şehir Bektaşîliği’ni teşkil eder. Yeniçeriler arasına girerek zamanın hükûmetine hergün için bir mesele olan, yer yer ve zaman zaman birtakım istihaleler geçirerek ortaya çıkan, Arnavutluk’ta köylere varıncaya kadar her tarafa hulûl eden, böylece birtakım kollara ayrılan Bektaşîlik budur” (Ötüken Neşriyat, s. 432 ). Yusuf Ziya Bey, Anadolu’da birkaç çeşit Alevîliğin bulunduğunu, amacının bunların arasındaki farklılığa işaret etmek olduğunu, Çelebi Kolu’nda görülmüş olan ananelerin Tahtacı, Çepni, Hudadatlı gibi Alevîlik kollarında bulunmadığını söyleyerek, kitaplarında ve elinizdeki bu kitapta genellikle bu farklar üzerinde ayrıntılı bir şekilde durmayarak, Alevî usul ve erkânı dolayısıyla terennüm edilen şiirleri, bir bütünün parçaları olarak ele almış ve bizlere böylece tanıtmaya çalışmıştır. Yusuf Ziya Bey, bu bağlamda olmak üzere, Anadolu’da Alevîler ve Tahtacılar adlı kitabında, sohbetler sırasında okunan şiirlerin yanında dernek ve cemlerde söylenen veya okunan pek çok nefes, nutuk, düzyazılı gülbank ve tercüman yayımlamıştır. Elinizde bulunan bu kitapta sunulmuş olan şiirlerle birlikte bütün bu şiir ve nesirler, birbirini tamamlayacak şekilde Alevî-Bektaşî ve Tahtacılar arasında yaşayan ve yaşanan kültürün ayrılmaz bir parçasını oluşturmaktadır. Ancak bütün bunlar, değişik dedelerin elinde, eğri veya doğru olarak kullanılan unsurlar olmuştur. Mahallî kelime ve deyişlerle süslenmiş olan şiirlerin bazılarının hem “nefes”, hem de “Düvazdeh imam”[on iki imam] veya “nutuk” olarak isimlendirilmiş olması, hem kitabın başlığını oluşturan “nefes” kavramının genel özelliğinden, hem de mahallî toplumun bu kavramları kendisine göre kullanma alışkanlığında bulunmuş olmasından kaynaklanmaktadır. Alevî ibadetinde, ana unsur olarak, tercümanların ve gülbankların büyük bir önemi bulunmaktadır. Arapçadan alınmış bir kelime olan “tercüman”, bir meramı anlatmak veya tasvir etmek amacıyla düzenlenmiş bir ifadeye işaret etmekte; Farsçadan alınmış bir kelime olan “gülbank” veya “gülbang” ise, yüksek sesle okunan bir duadır, niyazdır, yalvarmadır. Yusuf Ziya Bey, Anadolu’da Alevîler ve Tahtacılar adlı kitabında, gülbanklara çoğu hâllerde tercüman dendiğini söylemekle birlikte, aralarında bir farkın bulunduğuna da işaret etmektedir. Yaptığı açıklamaya göre “Tercüman, bir merasimin başlangıcında okunan ve hizmetin taabbudî [tapınma ile ilgili] mahiyetini gösteren bir tâbirdir. Gülbank ise, okunan tercümana karşı veya bir hizmete mukabil dua mahiyetinde olan bir şeydir. Doğrudan doğruya dua etmek ve hayırlar istemek mânâsını güder.” Yusuf Ziya Bey, “dolu tercümanı” söz konusu olduğunda, tercümanın Erenler Meydanı’nda “Sâkî-i meydana aşk olsun” diye başladığını ve sâkî tarafından okunduğunu… Halbuki “dolu gülbankı” söz konusu olduğunda, gülbankın “Allah Allah Allah, dolusu kabul ola” diye başladığını ve dede tarafından veya o vaziyette bulunan kimseler tarafından okunduğunu söylemektedir. Bununla birlikte, koyun kesilirken okunan duaya da, bir hizmetin başlangıcı olduğu hâlde, gülbank dendiğine işaret etmekte; bu kavramların, daha önce de işaret ettiğimiz üzere, çoğu hâllerde birbirinin yerine kullanıldığını, bunun gibi hutbe, nutuk, düvazdeh imam, keza nefes ve deyiş kelime ve kavramlarının da birbirinin yerine geçebileceğini söylemektedir (Ötüken Neşriyat, ss.336-337 ). Prof. Yörükân Alevîlerde her şey için, sofra, rakı, su, dâr, niyaz için; tıraş olmak, ata binmek, türbe ziyaret etmek için; yeni ay zamanı vesaire için birbirine benzer gülbankların bulunduğuna, bazen bu gülbankların yerine dua ve tercüman mazmununu ihtiva eden nefeslerin söylendiğine vurgu yapmaktadır. Meselâ, “düvazdeh imam tercümanı veya hayırlısı” okunacak yerde, düvazdeh imam nefeslerinin (imamların mersiye ve methiyelerinin) okunduğunu, keza “hayır hayırlısı” yerine hayır nefeslerinin okunduğunu; aynı şekilde bazı yerlerde tercüman veya gülbank yerine, nutuk veya düvazdeh imam ile, yani nefeslerle meydanın açılmakta olduğunu söylemektedir (Ötüken Neşriyat, s.327). Görüldüğü üzere bu açıklama bize nefeslerin Alevî usul ve erkânının önemli ve ayrılmaz bir parçasını oluşturduğuna ve ibadet sırasında, şiirsel bir ifade kullanmanın da tercih edilen bir ibadet şekli olduğuna vurgu yapmaktadır. Başka bir ifade ile Yusuf Ziya Bey, nefeslerin, dinî inançların dile getirildiği, dinî ve kültürel muhtevanın şiirsel bir dille anlatıldığı metinler olduğunu; Alevî-Bektaşî ve Tahtacı inanç ve dünya görüşünün, yaşama tarzının ve bu insanların benimsediği değerlerin dile getirildiği, büyük çoğunluğu hece vezni ile yazılmış olan bir şiirler dünyasını bünyesinde barındırdığını ve bu hâlleriyle bir eğitim aracı olarak kullanıldığını söylemektedir. Prof. Yörükân’ın verdiği bilgiye göre nutuk, dedenin bizzat kendisi veya dedenin işareti üzerine zâkirlerden biri tarafından okunan bir nefestir. Derneği başlatmak üzere, umumiyetle nefesler gibi sazın iştirakiyle okunmaktadır. Yusuf Ziya Bey, yapılacak toplantılar sırasında bazen söylenecek veya okunacak ilk gülbank yerine, nutuk denilen nefeslerden birinin veya bir düvazdeh imam nefesinin okunduğunu; bu sunuş sırasında da, okuyucunun sazına başka bir sazın iştirak etmediğini söylemektedir. Bu durumda, herkes bulunduğu yerde kalmakta ve söyleneni dinî bir teslimiyet içerisinde dinlemek zorunda olmaktadır. Yusuf Ziya Bey, Tahtacılarda çok muteber kabul edilen Şah Hatâyî nutuklarının, düvazdeh imamların her yerde okunduğunu ve Sünnîlerdeki ezan mahiyetinde bir şey olduğunu; âyine başlamanın işaretini verdiğini söylemektedir (Anadolu’da Alevîler ve Tahtacılar, Ötüken Neşriyat, s.329, 331). Görüldüğü üzere elinizde bulunan kitapta, bunların büyük kısmı Hatâyî’ye ait olmak üzere pek çok örneği verilmiştir. Bu, aynı zamanda Alevî-Bektaşîlerin, özellikle de Tahtacıların Hatâyî’ye olan bağlılıklarının bir ifadesi olarak, ne kadar yaygın bir şekilde kabul gördüğünün delili de olmaktadır. Alevî-Bektaşî ve Tahtacı geleneğinde, nutuk ve düvazdeh imam, nefes ve deyiş tabirleri kesin ayrımlar yapılarak kullanılmış kavramlar değildir; dinî içerikli oldukları zaman, birer nefes olarak kabul edilmişlerdir. Nitekim Yusuf Ziya Bey, Malatya taraflarında nefes yerine “düvazdeh imam” deyiminin kullanılmakta olduğuna işaret etmektedir (Ötüken Neşriyat, s.337). Bu kitapta yer almakta olan az sayıdaki yakma, gazel gibi âşıkane mevzulara tahsis edilmiş ve gazel makamında okunan şiirlerdir. Bunlar Acem tarzındaki gazeller gibi mahdut mısralı şiirler değildir. Yusuf Ziya Bey, Âyin-i Cem sırasında okunan nefeslerin, bu makamda okunduğu için onlara da “yakma” dendiğini söylemektedir. Nitekim yakmalar, çeşitli konularda söylenmekle birlikte, ölüler için söylendiği zaman “ağıt yakma”, dinî konularda söylendiği zaman ise “nefes yakma” olarak nitelenmektedir. Ali Kemal’in şiirleri arasında bulunan “ağıt” ile “Her şeye kadirmiş de” adlı yakmaları, ağıt ve nefes yakma türlerine güzel bir örnek oluşturmaktadır. Görüldüğü üzere, elinizde bulunan kitap, adları başka başka olsa da, bazen inşad edenleri belli olmasa da, büyük bir çoğunlukla felsefî-dinî içerikli şiirleri bir araya getirmeyi amaçlamıştır. Alevîliğin inanç yönünü belgelemeyi amaçlamıştır. Unutmamak gerekir ki, Yusuf Ziya Bey bu şiirleri Dârü’l-Fünun İlâhiyat Fakültesi’nde Hâlihazırda İslâm Mezhepleri ve Akvam-ı İslâmiyye Etnografyası dersleri vermekte olan bir insan olarak, Alevî-Bektaşî ve Tahtacı itikad ve sosyal yaşantısını araştırma konusu yaptığı bir sırada toplamıştır. Bu şiirleri, elde edildikleri şekliyle, herhangi bir tasnife ve değerlendirmeye tâbi tutmadan, olanı olduğu gibi zaptetmiştir. Onun için, bu insanların neye nasıl inandıkları önemli olduğu için, çalışmalarını bir reel kültür araştırması olarak, bu kavramı kullanmamış olsa da, böyle bir anlayışı benimseyerek yürütmüş; metinlerin otantikliğine müdahale etmemiştir. Şiirler, şairler açısından değil, inceleme yaptığı toplumun kültürel ethosunun, işlemekte olan Alevî-Bektaşî ve Tahtacı ritüelinin bir parçası olarak toplanmıştır. Bazen bozuk düzen de olsalar, kutsal veya gizli kitaplarda yer aldıkları veya âyinler sırasında okundukları şekliyle, okunamayan kısımları Prof. Yörükân tarafından belirtilerek veya noktalanarak toplanmıştır. Alevî-Bektaşî ve Tahtacılar tarafından benimsenmiş ve kültürel hayatlarının birer parçası hâline getirilmiş olan bu şiirlerin sosyo-kültürel hayat içerisinde nasıl kullanılmakta olduğunu ayrıntılı bir şekilde öğrenmek isteyenlere, ellerinde bulunan bu kitabı daha önce belirttiğimiz üç kitapla, özellikle Anadolu’da Alevîler ve Tahtacılar adlı kitapla birlikte okumalarını tavsiye ederiz. Sözkonusu ettiğimiz şiir defterindeki şiirler, birer numara verilmek suretiyle, Prof. Yörükân’ın karşısına çıktıkları şekil ve sırada zaptedilmişlerdir. Şairler, Turhan Yörükân tarafından alfabetik bir sıralamaya tâbi tutulmuşlardır. Böyle bir düzenleme, şairlere ve şiirlerine daha kolay ulaşmayı sağlayacaktır. Ayrıca belirtmek gerekir ki, bu kitapta bulunan şiirler, sadece Alevî örf ve âdeti açısından değil, şairler, şiirlerin sahipleri ve kullanılan dil açısından da incelemeye değer bir veri tabanı oluşturmaktadır. Alevî akîdeleri dışında birtakım konular üzerinde araştırma yapmak isteyenler için de, kaynak olma hizmeti görebileceklerdir. Yusuf Ziya Bey, Anadolu’da Alevîler ve Tahtacılar adlı kitabında, “Tahtacılar arasında iyi bir halk şairi sayılabilir” dediği Ali Kemal [Kaygusuz]dan örnek olarak bir “ağıt” ve bir “teselli” şiiri yayımlamıştır (Ötüken Neşriyat, ss. 233-234). Ali Kemal Bey, Tahtacı ocaklılarının yaşadığı Narlıdere’de doğmuş, orada hayatını sürdürmüş, ocaklı ailelere mensup bir kimsedir. Ali Kemal Bey’in oğlu Kudret Kaygusuz’un Turhan Yörükân’a gönderdiği bir mektuptan öğrendiğimize göre, Tahtacı ileri gelenlerinden Seyyah Dede, Ali Kemal’in teyzesinin kocası; Ali Rıza Erdem de Seyyah Dede’nin torunu imiş. Bülbül Hasan Efendi ise küçük halasının kayınpederi bulunuyormuş. Yusuf Ziya Bey, yazılarında bu kimseleri sık sık kaynak olarak zikretmiştir. Yusuf Ziya Bey, araştırmasını yaptığı sırada elli yaşında olduğunu söylediği Bülbül Hasan Efendi’den nefis bir mezar kitabesi örneği yayımlamıştır yukarıda sözünü ettiğimiz kitabında. Bu bakımdan Ali Kemal, Tahtacı örf, âdet ve dinî geleneklerini soruşturma sırasında, yukarıda isimlerini saydığım kimselerin yanında birinci dereceden bir kaynak olma hizmeti görmüştür. Yusuf Ziya Bey, boynunda gelişmiş bir sıracadan dolayı Ali Kemal’i İstanbul’a davet etmiş, küçük çiftlik işletmesinde uygun bir mekânda onu misafir etmiş ve tedavisinde yardımcı olmuştur. Görüleceği üzere, Yusuf Ziya Bey’in şiir defterinde bulunan şiirleri içerisinde iki tanesi “Yusuf Ziya’ya” ithaf edilmiştir. 1928 yılında “Mutlaka mektubuma cevap isterim” diye başlayan şiirinin bir yerinde, “Göndermiş olduğum uydurmaların, hepsine kap geçir kitap isterim” demektedir. Yusuf Ziya Bey’in ve biz çocuklarının dostu olmuş, sazı ile bizimle yarenlik etmiş, Yusuf Ziya Bey ile ilgisini kesmemiş bir kişidir Ali Kemal. Bu bakımdan ve genç kuşak bir Tahtacı şairi olması hasebiyle, Ali Kemal’in sonradan defterde yer alan 24 şiiri içerisinden bazı şiirlerini, elinizdeki kitabın bir eki olarak “Ali Kemal’in Yakmaları“ başlığı altında yayımlamayı uygun bulmaktayız. Ali Kemal’in ünlü dedelerle akrabalık bağını bana bildirmiş olan Kudret Kaygusuz’a da burada teşekkürü bir borç biliyorum. Selçuk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Kitaplığı’nda 2463 Et numara ile koruma altına alınmış bulunan el yazması defter içerisinde bulunan şiirlerin yeni yazılara çevrilme işlemini, Sayın Dr. Müjgân Cumbur Hanımefendi gerçekleştirmiştir. Müjgân Hanım, Yusuf Ziya Bey’i, hocası Sayın Prof. Necati Lugal’ın odasında tanıma fırsatı bulmuş, bazı sohbetlerine tanıklık etmiş, Prof. Yörükân’a yakınlık duymuş bir kimsedir. Ricalarımızı kabul etmiş; Yusuf Ziya Bey’in Anadolu Alevîleri ve Tahtacıları üzerinde yapmış olduğu araştırmalar sırasında toplamış olduğu şiirlerin yeni yazıya çevrilme işlemini yüklenmekle kalmamış; sözkonusu edilen şairler hakkında elde mevcut bilgilere dayanarak, metne güvenilir notlar da eklemiştir. Müjgân Hanım’ın hazırladığı bu notlar, kitap baskıya hazırlanırken, şairlerin adlarının ilk defa geçtiği yerlere konulmuştur. Kendisine, bu üstün ve titiz çalışmasından dolayı ne kadar teşekkür etsek azdır. Sağolsunlar, varolsunlar. T.Y. rumuzlu notlar ise, Turhan Yörükân’a aittir. Ayrıca, Prof. Dr. Yusuf Ziya Yörükân’ın kitaplarını bir seri hâlinde yayımlama kararı almış olan Ötüken Neşriyat’ın İstanbul ve Ankara Bürosu yetkililerine de burada teşekkürü bir borç biliyorum. Büyük bir titizlik göstererek, bu eseri de kamunun dikkatine sunmaktadırlar. Kendilerini kutlar ve başarılar dilerim. Dr. Turhan Yörükân *** Alevi Bektaşi Tahtacı Nefesleri Prof. Dr. Yusuf Ziya Yörükan’ın kaleme aldığı Anadolu’da Aleviler ve Tahtacılar adlı araştırma, Aleviler hakkında yazılmış önemli eserlerden biriydi. 1927 yılı öncesi Anadolu Alevileri’nin sosyal hayatları hakkında önemli bilgiler veren bu kitap, yerli ve yabancı pek çok araştırmacı için referans kaynak oldu. Ötüken Yayınları arasında çıkan ‘Alevi Bektaşi Tahtacı Nefesleri’ adlı kitap ise, Prof. Yörükan’ın araştırma yaptığı dönemde, Alevilerin defter ve cönklerinde bulduğu, dernek ve Cemevlerinde saz eşliğinde söyledikleri nefesleri bir araya getiriyor. Kitap, Dr. Turhan Yörükan tarafından yayına hazırlandı. Bu arada Ötüken yayınlarının, Prof. Dr. Yusuf Ziya Yörükan’ın eserlerini bir seri halinde yayınlama kararı aldığını da haber verelim.

WordPress.com News

The latest news on WordPress.com and the WordPress community.

Alevi Kütüphanesi

Bismişâh Allâh Allâh Gerçeğe Hû