Blog Arşivleri

Cem Nedir? Nasıl Yapılır?

Alevi İbadeti: Ayin-i Cem

Alevi dinsel törenlerine “Ayin-i Cem” (Ayn-ül Cem) veya sadece “Cem” denir. Ayin-i Cem’in dini, sosyal ve kültürel boyutları vardır. Öncelikle Cem bir ibadettir, ibadetin kaynağı ise Kuran’dır. Kılınan halka namazı, okunan dualar Kuran’a dayanır. Cemde okunan bazı ayetler şöyledir; (Sözü edilen ayetler Alevi kaynaklarında da yer almaktadır. Ancak burada açıklaması verilen ayetler “Kuran’ı Kerim ve Açıklamalı Meali”, Diyanet Vakfı Yayınları /86’dan alınmıştır.)

Çerağ uyandırılırken: Nur Suresi 35. ayet: “Allah, göklerin ve yerin nûrudur. O’nun nûrunun temsili içinde lamba bulunan bir kandillik gibidir. O lamba kristal bir fanus içindedir; o fanus da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki, doğuya da, batıya da nispet edilemeyen mübarek bir ağaçtan, yani zeytinden (çıkan yağdan) tutuşturulur. Onun yağı, neredeyse, kendisine bir ateş değmese dahi ışık verir. (Bu) nûr üstüne nûrdur. Allah dilediği kimseyi nûruna eriştirir. Allah insanlara (işte böyle temsiller getirir. Allah her şeyi bilir.”

Dar’a duran talipler için rehberin okuduğu: A’raf Suresi 23. ayet: “(Adem ile eşi) dediler ki: Ey Rabbimiz, biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.”

Dedenin tövbe duasından önce okuduğu Tevbe Suresi 119. ayet: “Ey iman edenler! Allah’tan korkun, doğrularla beraber olun.”

Görgüsü yapılanlar için dedenin okuduğu Fetih Suresi 10. ayet: “Muhakkak ki sana biat edenler ancak Allah’a biat etmektedirler. Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdini bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah ile olan ahdine vefa gösterirse Allah ona büyük mükafat verilecektir.”

Kurban’ın tekbirlenmesinden önce okunan Saffat Suresi 103. -106. ve 107. -111. ayetler: “Her ikisi de teslim olup, onu alnı üzerine yatırınca: Ey İbrahim, rüyayı gerçekleştirdin. Biz, iyileri böyle mükafatlandırırız. Bu, gerçekten çok açık bir imtihandır, diye seslendik.

Biz, oğluna bedel ona büyük bir kurban verdik. Geriden gelecekler arasında ona (iyi bir nam) bıraktık: İbrahim’e selam! dedik. Biz, iyileri böyle mükafatlandırırız. Çünkü o bizim mümin kullarımızdandır.”

Sofra kurulduktan sonra dedenin okuduğu İnsan Suresi 8. ve 9. ayetler: “Onlar kendi canları çekmesine rağmen yemeği yoksula, yetime ve esirlere yedirdiler. ‘Biz sizi Allah rızası için doyuruyoruz; sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz’ dediler.”

Cem’in aynı zamanda sosyal ve kültürel boyutları vardır. Alevi yaşama tazındaki kadın-erkek eşitliği ve birlikteliği Cem’e de yansır. Aslında orada “kadın” ve erkek” yoktur, cinsiyet yoktur. Herkes bir candır, herkes “ayini cem erenleri”dir.

Cem erenleri birbirinden razı olmak, küs-dargın olmamak durumundadır. Bu anlamda “meydan” uzlaşmanın, dayanışmanın yaşandığı bir hizmet alanıdır. Her talip yılda bir defa kendisini dar’a çeker, incinmiş, gücenmiş kimse varsa hatasını tamir eder. Hatasının ağırlığına göre düşkünlük sistemine uygun olarak cezası kesilir. Talibin cezasını cem erenleri ve Dede /Baba ittifakla verirler. Meydan tövbe yeridir; Allah’a sığınma ve günahlardan dolayı tövbe etme yeridir. Meydan kul hakkının teslim edildiği yerdir. Kul hakkının bu dünyada verilmesi, öbür dünyaya bırakılmaması Alevi ahlakının, inancının, kültürünün temel prensiplerinden biridir.

Alevi geleneğine göre Cem ayini (erkanı) Kırklar Cemine dayanır. Muhammed Miraç dönüşü Kırkların arasına katılır. Ancak bu katılma kolay olmaz. Peygamber sıfatıyla içeri giremez fakat “hadimül fukara” olarak aralarına girer. Bu sembolik anlatımın anlamı şudur ki, Kırklara katılmak, ceme girmek için insanın tüm üstünlüklerinden, mevki-makam göstergelerinden arınmış olması gerekir.

Kırklar arasında Şah-ı Merdan Ali, Selmanı Pak ve diğer erenler bulunmaktadır. Cem erenlerinin 17’si kadındır. Bunun anlamı şudur ki, cemde kadın ve erkek, kendi cinsiyet özelliklerinden uzaklaşarak, bacı-kardeş varolurlar.

Muhammed ulunuz kimdir diye sorunca, Kırklar “Bizim küçüğümüz, büyüğümüz yoktur. Küçüğümüz de uludur, büyüğümüz de uludur. Birimiz kırkımız, kırkımız birimizdir” derler. Buna nişan istetince Ali kolunu uzatır, içlerinden biri “destur” diyerek bıçakla kolunu çizer. Kolundan bir damla kan gelir, o sırada Kırkların kollarından da birer damla kan gelir. Burada eşitlik, özde aynılık anlatılmaktadır. Cemde büyük-küçük, zengin-fakir, alim-cahil, kadın-erkek yoktur, herkes eşittir. Muhammed bir üzüm tanesini ezer ve suyunu Kırklara pay eder. Cem erenleri paylaşmayı eşit olarak gerçekleştirirler. Üzüm (engür) suyunu içen Kırklar “Ya Allah” deyip semaha dururlar, Muhammed de onlara katılır. Semah ruhun yedi kat gökte yükselmesini, Hakk’a yönelmesini simgeler. Semah bu anlamda dinsel içeriklidir ve yöreden yöreye, gruptan gruba değişiklikleri ifade eden kültürel motiflere sahiptir.

Oniki Hizmet Sahipleri

Her Ayin-i Cemde on iki hizmet sahibi hizmetlerini yerine getirirler. Bunlar sırasıyla;

1. Dede / Baba
Bektaşilerin bir kolunda cem’i Baba yönetir. Bu grubun dışında kalan Alevilerde (Ocaklı, musahipli, Hacı Bektaş Dergahına bağlı Alevilerde) Dede yönetir. Dede veya Baba aynı zamanda topluluğun önderidir, müşküllerin çözümünde yol göstericidir.

2. Rehber
Dedenin /Baba’nın yardımcısıdır, olmadığı yerde vekilidir. Rehberi Dede seçer. Rehber Talibi Yol’a hazırlar, Talibe erkanın kurallarını, nasıl davranılacağını, hangi sözlerin söyleneceğini öğretir.

3. Gözcü
Cem ayininin genel düzeninden sorumludur. Törene uygun davranmayanları uyarır, gerekirse ceza keser.

4. Çerağcı
Çerağ (delil) uyaran kişidir. Çerağı uyandırdıktan sonra dar’a durur ve duasını okur.

5. Zakir (Aşık)
Sazla birlikte deyiş, duaz, miraçlama söyler. Bu hizmeti bir veya üç kişi yerine getirir.

6. Ferraş
Meydanın temizliğinden sorumludur. Cem sırasında ise car (süpürge) çalar, sembolik olarak meydanı temizler.

7. Sakka (İbriktar)
El yıkama, tarikat abdesti aldırma, sakka suyu dağıtma gibi hizmetleri yerine getirir.

8. Sofracı (Kurbancı, lokmacı)
Kurban kesme ve yemek işlerinden sorumlu kişi.

9. Peyik (Peyk, Haberci)
Cemin yapılacağını canlara ileten bildiren, haberleşmeyi sağlayan kişi.

10. Pervane
Semah dönenlere yol gösteren kişi.

11. Meydancı (İznikçi)
Cemde meydan görevlerini yapan, meydanın tertip ve düzeninden, araç-gereçlerin hazırlanmasından, ısıtılmasından vb. sorumlu kişi.

12. Bekçi (Kapıcı)
Cem’in dış güvenliğini sağlayan kişi. Bazı yerlerde iki kişidir. Biri kapıdan dışarı bakar, diğeri kapıdan içeriye bakar, dışardan gelenleri içeriye bildirir.

Bazı gruplarda Saki/Dolucu hizmet görür. Bazı gruplarda haberleşmeyi sağlayan kişiye Pervaneci (İznikçi) denir. Bazı gruplarda kurbanın bazı kısımlarını kuyu kazarak gömen hizmet sahibi vardır, buna Kuyucu denir. Bazı gruplarda Dedenin ve diğer cem erenlerinin kurbanı yemeden önce ve yedikten sonra ellerinin yıkanmasını sağlayan veya tarikat abdesti aldıran kişiye Selman veya İbriktar denir.

Her bir hizmet sahibinin bir adı vardır. Her hizmetin de bir piri vardır. Örneğin Sakiliğin piri İmam Hüseyin’dir. Gözcülüğün piri Karaca Ahmet Sultandır. Güvendenin (Aşık) piri İmam Bakır’dır. Hizmet sahiplerinin söylediği tercümanlara bir-kaç örnek;

İznikçi (Piri Gözcü Yardımcısı)

Tercümanı:

Bismişah Allah Allah!

Biz bu tarikat bağına niyaza gelmişiz

Feylen gördük anın için hem namaza gelmişiz

Biz Kuran’da ayetlere bu yolda ederiz herdem niyaz

Cürmümüze tövbekarız hem niyaza gelmişiz

Bercemal

Carcı (Piri Seyyid Ferraş)

Tercümanı:

Bismişah Allah Allah!

Kerbela’ da yatan Hüseyin

İki gözüm yaşı

Muhammed ile Ali Kırkların başı

Yezide lanet etmek erenlerin işi

Üstadımız pirimiz Seydi Ferraşı

Bercemal

Gözcü (Piri Karaca Ahmet Sultan)
Tercümanı:

Bismişah Allah Allah!

Ey Şahı bi Hakk’ın Ali abat Ali dergah

Erenlerden haklı hayırlı bir himmet

Üstadımız pirimiz Karaca Ahmet

Bercemal

Cem ayininde 12 Post (Makam) bulunmaktadır. Bunlar;

1. Horasan Postu: Hacı Bektaş Veli Makamı
2. Aşçı Postu: Seyyid Ali Sultan Makamı
3. Ekmekçi Postu: Balım Sultan Makamı
4. Nakip (Pervane) Postu: Kaygusuz Sultan Makamı
5. Atacı Postu (Sofracı): Kamber Ali Makamı
6. Meydancı Postu: Sarı İsmail Sultan Makamı
7. Türbedar Postu: Karadonlu Can Baba Makamı
8. Kilerci Postu: Hacım Sultan Makamı
9. Kahveci Postu: Şeyh Sazeli (Şah-ı Şazilî) Makamı
10. Kurbancı Postu: Halil İbrahim Makamı
11. Ayakçı Postu: Abdal Musa Sultan Makamı
12. Mihmandar Postu: Hızır Aleyhisselam Makamı

Mürşid/Dede/Baba Horasan Postuna oturur. Bu post aynı zamanda Şah-ı Merdan Ali Postudur. (Batıni anlamda Şah-ı Merdan Ali, Hacı Bektaş Veli’dir.)

Postlar için söylenen tercümanlara birkaç örnek;

Horasan Postu (Piri Hacı Bektaş Veli)

Tercümanı:

Bismişah Allah Allah!

İnnallahi vasim Aliyim

Bercemal

Kurbancı Postu (Piri Kasabı Cömert Halil İbrahim A. S.)

Tercümanı:

Bismişah Allah Allah!

Fermanı Celil

Delili Cebrail

Kurbanı Halil

Tekbiri İsmail

Sübhanallah sübhanallah elhamdülillah

Elhamdülillah la havle vela kuvvete illa billa hil

Aliyül azim

Allahu ekber Allahu ekber

La ilahe illallahu ekber

Allahu ekber vellilahil hamd

Bismillahu Allahu ekber

Bercemal

Ayakçı Postu (Piri Abdal Musa Sultan)

Tercümanı:

Bismişah Allah Allah!

Bugün yönümü döndüm remzi tosa

Erenler nazar eylesin kalbindeki pasa

Ayakçı idim himmet olursa

Pirim kerem kani şah Abdal Musa

Bercemal

Aşçı Postu (Piri Seyit Ali-Kızıl Deli Sultan)

Tercümanı:

Bismişah Allah Allah!

Kızıldeli Ocağından olduk uyandık

Al yeşil nurlara boyandık

İnip Hakk’ın eşiğine dayandık

Üstadımız pirimiz Kızıldeli Sultan

Bercemal

Cem Ayininin Uygulanışı

Bölgeden bölgeye, gruptan gruba bazı farklılıklar gösteren Ayin-i Cem genel olarak şu düzende gerçekleşir;

– Oniki hizmet sahipleri cemde hazırlıklarını tamamlar.

– Cem erenleri evlerinde abdestlerini almış, temiz ve pak giyinmiş olarak gelirler.

– Dede /Baba posta niyaz eder ve oturur. Cem erenleri dedeye, rehbere ve diğer canlara, Meydan-ı Ali’ye niyaz ederler ve yerlerine otururlar.

– Dede, “Edep erkan / sükutu lisan / mü’mine nişan” ister. Herkesin düzgün oturup konuşmaması ve niyazlaşması sağlanır. (Cem mühürlenmiştir)

– Ferraş üç defa süpürge çalar, tercümanını okur ve dededen duasını alır. (Ferraş bu işlemi cemin her aşamasında tekrarlar.)

– Selman (saka) tarikat abdesti aldırır, tercümanını okur, duasını alır.

– Dede Ayin-i Cem’in niçin yapıldığını, toplanma amaçlarını açıklar, kuralları hatırlatır, dargın-küskün varsa ortaya çıkmalarını ister ve herkesten razılık alır.

– Çerağcı tövbe duasını ve Nur Suresi’nin 35. ayetini okur ve çerağı uyandırılır. (Bazı yerlerde Kuran’dan A’raf Suresi 23. ayet, Tevbe Suresi 119. ayetler de okunur). Nad-ı Ali duası okunur, secde edilir. (Her duadan sonra niyaz /secde edilir). Dede çerağcının duasını okur (hayırlısını verir). (Bu işlem her hizmet gören için gerçekleştirilir.)

– Dede tarikat namazını (halka namazı) kıldırır, akşam duasını okur.

– Meydancı Postu dedenin önüne serer, duasını okur.

– Hizmet sahipleri (görgüye çıkacaklar, Yol kurbanı olanlar, ikrar verecekler, musahip olacaklar vb.) Postun üzerinde dara dururlar. Dede cem erenlerinden rızalık alır. Bir de kendilerini kendilerinden sorar. Dede hizmet sahiplerini Pençe-i Al-i Aba’dan (bazı yerlerde Tarık veya Erkandan) geçirir, duasını okur. Meydancı postu toplar, dededen duasını alır.

– Zakirler (Aşıklar) nefes söylerler. Dem/dolu alınan gruplarda dem üçlenir. Hizmet tamamlanınca sakiler dualarını alırlar. (Bu gelenek Batı Anadolu’da sürdürülmektedir, Doğu Anadolu’da cem sırasında dolu alınmaz.)

– Aşıklar nefeslerden sonra dara dururlar, tercümanların söyleyip dededen hayırlısını alırlar.

– Hizmet sahipleri ve diğer canlar semaha çıkar. – Miraçlama okunur. Dede Kırklar semahını döner. Sonra seyrana çıkılır (Ara verilir.)

– Sakka suyu dağıtılır. Saka suyu Kerbela şehitleri için dağıtılır. Saka suyunu dağıtanlar dara dururlar, tercümanlarını okuyup, Dededen dualarını alırlar.

– Sofracı sofraları serer, lokma dağıtır, lokmalar yendikten sonra sofralar toplanır, sofracılar dualarını alırlar.

– Dede oturan-duran okumasıyla cem sona erer. Cem erenleri dedeye ve diğer taliplerle görüşerek ayrılırlar.

Burada bazı ayrıntılar üzerinde durmak gerekir;

Bunlardan birincisi halka namazıdır. Halka namazı (tarikat namazı) iki rekat olarak kılınır. Namazın özü Hakk’a secde etmektir, niyaz etmektir. Halka namazı bölgelere göre bazı farklılıklar gösterse de özü aynıdır.

Mürşid şöyle der; “Ey cem erenleri, şimdi niyetlenin, Allah rızası için halka namazı kılmaya. Durun divana, uyun Oniki İmama, yönümüz kıble, kıblemiz Kabe, cemal cemale, Allahu Ekber!…” der ve arkasından Fatiha ve İhlas Surelerini okur. Bunlara bağlı olarak iki defa secdeye varır. Cem erenleri de onun yaptıklarını tekrarlar.

Mürşit “Tecelle” duasını okur: “Tecelleniz temiz, yüzünüz ak, kalbiniz pak, günahlarınız af ola, tecella, tevella ve teberranız kabul ola. Namazlarınız, niyazlarınız Hakk-Muhammed-Ali dergahında kabul ve makbul ola, gerçeğe hü…”

Namazı kılanlar secdeye niyaz ederler

İkincisi bazı bölgelerde çerağ uyandırılmadan önce kurban meydana getirilir, nişan vermesi beklenir, tekbirlenir, gülbenk okunur, aşıklar üç nefes bir düaz okurlar. Bazı bölgelerde çerağın uyandırılmasından sonra tarikat abdesti alınır, tevhid (Allah’ın birliği) zikredilir, taclama düvazı okunur, zakirler düvaz okur.

Tevhid üç defa toplu halde okunur;

La İlahe İllallah

Ali Mürşid Ali Şah

Ali Hayder Ali Şah

Ali Esed Ali Şah

Ali Şir’dir Ali Şah

Eyvallah Şahım Eyvallah

La İlahe İllallah

Secdeye varılır, dede gülbenk okur.

Miraçlama okunur, semaha durulur. Kırklar semahı yapılır.

Ayin-i Cem bölgeler veya gruplar bakımından bazı farklılıklar gösterse de ana bölümler, temel kurallar değişmez. Cem’in anlamı ve içeriği aynıdır.

Cem (Erkan) amaçlarına göre farklı adlar alırlar. Bunlar;

1. İkrar verme (Yola alınma) Erkanı

2. Görgü, Baş okutma Erkanı

3. Musahiplik Erkanı

4. Dar’dan İndirme Erkanı

5. Abdal Musa Erkanı

6. Nevruz Erkanı

1. İkrar Erkanı

Yol’a girecek olanlar için yapılan törendir. Bu tören Bektaşi Babagan kolunda tek bir kişinin ikrarının alınması şeklindedir, musahipliği esas alan Alevilerde musahip olacak iki aile (iki er-iki bacı) ikrarın alınması şeklindedir.

Bektaşi Babagan kolunda İkrar cemi Bektaşiliğe girişin ilk adımıdır. Dedebaba Bedri Noyan’ın aktardığına göre ikrar töreni 12 erkan üzerine yapılır. Bunlar, 1. Meydana giriş, 2. Buhur yakma ve gülsuyu serpme 3. Mürşidin talibe sorması 4. Çerağların uyarılması 5. Mürşidin namaz kılması 6. Rehberin talibi mürşide ulaştırmağa hazırlaması 7. Rehberin talibi mürşide teslimi 8. Mürşidin talibe tövbe ettirmesi ve telkıyn’i 9. Mürşidin talibi rehbere teslim ve iadesi 10. Rehberin talibe makamları (Menzilleri) göstermesi 11. Şerbet dağıtma 12. Meydanın süpürülmesi ve erkanın bitirilişi (Ayrıntılı bilgi için bknz. Noyan, 1995: 276-311).

Musahipli Alevilerde ikrar töreni Musahiplik Cemi olarak gerçekleştirilir. Musahipli olmayan ve Bektaşi Babagan kolunun dışında yer alan Alevilerde de bir er-bir bacı birlikte ikrar verir.

2. Görgü (Baş Okutma) Erkanı

Görgü kurbanı, Terceman kurbanı da denir. Her talibin yılda bir kez görgüden (sitemden) geçerek ikrarını tazelemesi gerekir. Böylece talibin hatalarını ortaya koyması, incittiği ve gücendirdiği canların gönlünü alması, birlik ve dirliğin sağlanması gerçekleşmiş olur.

3. Musahiplik Erkanı

Cemde On iki hizmet yürütülür. Usulünce koç kurban edilir. İki aile musahip (yol kardeşi) olarak ikrar vermiş olurlar.

Burada bir musahiplik erkanını baştan sonuna kadar vermek yerine, bazı noktalara dikkat çekmek ve bazı uygulamaların anlamını belirtmekle yetineceğiz.

Musahip olacaklar bu niyetlerini bir Ayin-i Cem’de Mürşid / Dede ve erenlerin huzurunda dile getirirler. Dede onlara musahip olmanın yükümlülüklerini ve koşullarını anlatır. Bu sorumluluğu yerine getirip getirmeyecekleri sorulur. Musahip olacaklar yerine getirebileceklerini söylerlerse (Eyvallah! derlerse) Dede gülbank okuyarak onlara bu kapıyı aralar. Bu duadan sonra musahip adayı canlar belli bir süre-hiç olmazsa bir yıl- kendilerini hazırlamaları gerekir. Bu süre içinde birbirlerini tanımaya çalışırlar, bu sorumluluğu yüklenip yüklenemeyeceklerini değerlendirirler. Bu önemlidir, bir hevesle ikrar verilmez, musahip olunmaz. Bir defa girildi mi Hakk yolundan dönülmez. Canlar bu değerlendirmeyi yapıp gönül rahatlığıyla ikrar vermeye hazır olunca Musahiplik erkanı gerçekleştirilir. Erkana tüm cem erenleri evlerinde abdestlerini alır, temiz kıyafetler giyer ve er-bacı olarak Ceme gelirler.

Musahip Kurbanı denilen bu erkanda kurban edilecek koçun meydana getirilmesi ve bir işaret vermesi gerekir. İşaret kurbanın Hakk tarafından kabul edildiğine dair bir inançtır. (Koçun işareti meleme, silkinme, geviş getirme ve tersleme biçiminde olabilir.) İşaret verinceye kadar kurban dolaştırılır, illaki bir işaret alınır. Kurbancı gelenek üzere görevlerini yerine getirir.

Dedenin kurbanla ilgili okuduğu duvazı çok anlamlıdır.

Kurbanlar tığlanıp gülbenk çekildi

Muhabbet uykusundan uyana geldim

Dört kapı sancağı andan açıldı.

Üryan büryan olup da meydana geldim

Evvel eşiğine koydum başımı

İçeri aldılar da döktüm yaşımı

Erenler yolunda gör savaşımı

Koç kurban dediler de meydana geldim

Musahip olacak, ikrar verecek talipler dört kapını gereğini yapmaya dünyevi işlerden uzaklaşarak, uykudan uyanarak gelmişlerdir. Şimdi yeniden doğmuş gibidirler. İkrar vermek bir bakıma dünyaya yeniden gelmek, başka bir deyişle ikinci hayata başlangıçtır. Önce eşiğe baş konur, niyaz edilir, meydana öyle girilir. İkrar veren can, erenler yolunda nefsiyle savaşa girmeyi göze alır ve kendini koç gibi kurban olmaya hazırlar.

Musahip erkanında musahip olacak canların (iki er-iki bacı) boyunlarına tığbend bağlanması da anlam yüklüdür. Dört can artık bacı-kardeştir. Hepsinin kaderi aynıdır, hepsi birbirine bağlıdır, birbirinden sorumludur. Buyruklarda musahip olurken Muhammed’in kendi belindeki tığbendi Ali’nin beline bağladığı, sonra bir gömlek giyerek bu gömlekten baş gösterdikleri anlatılır. Bu anlatım kardeşliğin ikiliği bırakıp bir olmak anlamına geldiğini yansıtan güzel bir örnek olaydır.

Boyunlarına tığbend geçirilmiş musahip olacak canlar yanlarında rehberleri olduğu halde şeriat-tarikat-marifet ve hakikat aşamalarından geçmek isterler. Rehber onlara bu gizemli yolculukta öncülük eder. Dede’den sırrı hakikat yolculuğunda destur vermesini beklerler. Dede “Gidemezsiniz, aşılmaz yüksek dağlar var, geçitsiz ırmaklar var. Bu belleri aşamazsınız, bu selleri geçemezsiniz. Bu demirden leblebidir yenilmez, ateşten gömlektir giyilmez. Gelme gelme, dönme dönme… Gelenin malı, gidenin canı. Öl ama ikrar verme, öl ikrarından dönme…” şeklinde bir konuşma yaparak Yol’un zorluğunu anlatır. Dede üç defa canları dışarı çıkarır. Mürebbi (rehber) musahip katarını çeker götürür, tekrar getirir. Mürebbi her seferinde “vazgeçecekseniz şimdi vazgeçin” diyerek musahip olacakları uyarır. Dede son bir kez şunları söyler; “Bu hakikatin yolundan asla dönülmez. Bir anadan doğan kardeşler ayrılır, musahip olanlar ayrılmaz. Musahip ölse bile ikrar ölmez, kadimdir. Şimdiden itibaren gönüllerinde en ufak bir şüphe varsa şimdi dönsünler, caysınlar. Onlar caydı diye lokma meydanda kalmaz. Buradaki cemaat koçun parasını öder, burada yenir, kalkılır. İyi düşünsünler, çek katarını. Sen de iyi düşün. Mürebbi dindir, mürşit imandır, meşrep ikrardır. Mürebbisini bilmeyen kişi Allah’ı bilemez. Musahibin biri yer biri gök. Gökten rahmet yağmayınca yerden hiç bir şey hasıl olmaz. Musahip toprak olacak. Musahibin biri bir şey söylediği zaman diğeri sukut edecek. Onun hırsı geçtiği zaman gidecek, diyecek ki, sen burada hatalısın. Toprak olmak budur. ” Buna karşılık musahip olmada kararlı olan canlar adına rehber bir açıklama yapar; “Pirim cemaatin varlığına, Tanrı’nın birliğine inanarak Muhammet-Ali’nin yoluna, Hünkar Hacı Bektaş Veli’nin katarına girerek, Muhammet’e ümmet, Allah’a kul, Hüseyin’e talip olmak için geldik…Özümüz darda, yüzümüz yerde, Pirden ne gelirse “Allah Allah eyvallah” dedik durduk darına. Boynumuz kıldan ince, yolumuz kılıçtan keskin. İnandık iman getirdik, huzurunda birliğe yettik.” Dede bu kararlı ve inançlı duruşu gördükten sonra gereğini yapar ve son olarak duasını söyler; “İkrarlarınız kadim ola, muratlarınız hasıl ola. Birbirinizden doyup usanmayasınız, dünyada karındaş, ahrette yoldaş olasınız. Durduğunuz dardan şefaat göresiniz. Darlarınız Hakk’a yazıla, efendimiz emek zaili vermeye. Dil bizden lütuf Hazreti İbrahim’den ola. Gerçeğe hü!… Mümine ya Ali!.. “

Görüldüğü gibi Yol’a girilmesi için teşvik yok tersine zorluklar vurgulanarak caydırma var. Buna rağmen talipler Yol’a girebiliyorsa ve musahipliğin gereğini yerine getirebiliyorlarsa o canlara “aşk olsun!”

4. Dar’dan İndirme Erkanı

Bu erkan ayini cem erenlerinden biri Hakk’a yürür ise, bir süre sonra yakınları tarafından onun adına helallık alınması için yapılır. Borcu varsa bunlar halledilir. Meydan açılınca mütevvefa adına onun veli veya varisleri Dar-ı Mansur’a dikilirler. Mürşid “ağrınmış, incinmiş, gücenmiş kimseler var ise, dile gelsin, bile gelsin, hakkını talep eylesin, Allah eyvallah” diyerek canlardan görüş ister. Borcu varsa yakınları ödemeyi taahhüt ederler. Dede, dar’a duranlardan bu sözü, meydanda bulunanların huzurunda üç defa alır. Dede cem erenlerine helal edip etmediklerini de üç defa sorar. Cem erenleri helal ediyorlarsa “eyvallah” derler ve buna nişan gösterirler, yani niyaz ederler. Erkan usulünce devam eder. Dar’dan indirilmeyen merhum canın kabirde rahat etmediğine inanılır. Böylece kendisinden sonra eğer varsa borcunun yakınları tarafından ödenmesi, yoksa da herkesin hakkını helal etmesi sağlanmış olur.

5. Abdal Musa Erkanı

Abdal Musa Kurbanı da denen bu cem amaçları bakımından ikrar ve görgü ceminden farklıdır. Toplumu birleştirme-kaynaştırma amaçlanır, gençler yol-erkan öğrenirler, imanlar tazelenir. Diğer cemlerde olduğu gibi on iki hizmet yürütülür. Bazı bölgelerde perşembenin cumaya bağlandığı akşam yapılır. Okunan dualarda Abdal Musa’nın adı geçer.

“Bism-i Şah! Allah, Allah… Çıraklarımız aydın ola, Meydanlarımız kürşad ola. Hizmetlerimiz kabul ola. Muratlarımız hasıl ola. Dilde dileklerimizi, gönülde muratlarımızı vere. Üçler, Beşler, Yediler, Kırklar katarından, Fatıma güzarından ayırmaya. Dil bizden, nefes Oniki İmam, Hünkar Hacı Bektaş Veli, Şah Abdal Musa’dan ola. Abdal Musa Sultan’ın demi devranı yürüye, Şah İsmail efendimiz hazır ve nazır ola. Gerçeğe hu…” (Bozkurt, 1990: 194; Tekke Köyü’nde Abdal Musa dergahında yapılan törende Çerağcıya okunan dua.)

Abdal Musa kurbanında genellikle kurban ve diğer masraflar ayinde bulunanlar tarafından karşılanır.

6. Nevruz Erkanı

Nevruz günü olan 21 Mart akşamında gerçekleştirilen törendir. Nevruz Alevilerce Hz. Ali’nin doğum günü olarak kabul edilir. Hz. Ali’nin annesi (Fatıma bin Esed) sancılanınca Hz. Muhammed ona Kabe’ye gidip tavaf etmesini söyler. Fatıma tavaf ederken sancıları artar ve Kabe’nin içinde Ali’yi (eski takvime göre 9 martta, yeni takvime göre 21 mart’ta) dünyaya getirir (Noyan, 1995: 191).

Nevruz Sultan erkanı geleneksel olarak dünden bugüne gerçekleştirilmektedir. Bu törende nevruziye denen şiirler okunur, dualar, nefesler söylenir. Gündüz yapılırsa kırlara çıkılır.

Nevruziye

Evvel bahar oldu açıldı güller

Nağmesaz olmuştur bütün bülbüller

Yüz göstermiş bize lale, sümbüller

Nevruz bayramımız mübarek olsun

Dünyaya gelmiştir bu günde Ali

Budur erenlerin kararı kavli

Bu demdir cemi’i müşkilin halli

Nevruz bayramımız mübarek olsun

Emevi gürûhu bilmez bu zevki

Ali’yi sevenler gösterir şevk’i

Mes’adet demirdir bu demler saki

Nevruz bayramımız mübarek olsun

Hüsni Baba hamdet erdik bu deme

Gönüller girmiştir bağ-ı İrem’e

Verilmiş zevk ile safa ademe

Nevruz bayramımız mübarek olsun

KAYNAK: PROF. DR. HÜSEYİN BAL

Cemde sıralama

1) Dede Ceme girer ayakta (darda) olan cemaata dar duası verir.
2) Sohbet eder. (Aydınlatıcı konuşmalar yapar.)
3) Dede cemaattan razılık ister. Sorunlar varsa çözer. (Küskünleri, dargınları barıştır.)
4) Edeb erkâna dâvet eder.
5) Sâlat ve selam verilir.
6) On iki hizmet görev deyişi okunur. (zakir)
7) On iki hizmet sahiplerine dede toplu Dua verir.
8) Post serilir ve dual arı verilir.
9) Tezâkkâr hizmetleri ve duaları verilir.
10) Çerağ uyandırılır ve duaları verilir.
11) Süpürgeci hizmeti ve duaları verilir
12) Gözcü hizmeti ve duası.
13) Tevbe duası ve Nad-ı Ali (Hadis) okunur.
14) Secde (gülbang) duası
15) Duvazimam okunur
16) Secde duası
17) Tevhid edilir
18) Secde duası
19) Tevhit edilir.
20) Secde duası
21) Mir’aclama okunur ve kırklar semahı yapılır.
22) İstek semahları yapılır.
23) Saki suyu dağıtılır ve duaları verilir.
24) Mersiyeler okunur.
25) Secde duası
26) Süpürge (Farraş) hizmeti ve duaları verilir.
27) Lokma hizmeti ve duaları yapılır.
28) Çerağ söndürülür.
29) Post kaldırılır.
30) On iki hizmet yapanların toplu duası verilir.
31) Dağılma (Gidene – Durana) duası verilir.

ALEVİ-BEKTAŞİ KRONOLOJİSİ

570 Hz. Muhammed’in doğumu (20 Nisan 571)
598 Hz. Ali’nin doğumu (21 Mart)
609 Hz. Fatıma’nın doğumu (18 Ocak)
621 Mirac olayı
622 Hicret
622 Hz. Muhammed’in Hz. Ali ile Musahib olması
623 Hz. Ali’nin Hz. Fatıma ile evlenmesi
624 İmam Hasan’ın doğumu (11 Nisan)
625 İmam Hüseyin’in doğumu (25 Şubat)
632 Peygamber veda konuşmasında yerine Hz. Ali’yi atadı (23 Şubat)
632 Peygamberimiz Hz. Muhammed’in vefatı (8 Haziran)
656 Cemel Savaşı (4 Aralık)
656 Sıffeyn Savaşı ve Hakem Olayı :657 Sıffin Savaşı (26 Temmuz)
656 Hz. Ali’nin Halife olması
661 Hz. Ali’nin şehadeti (24 Ocak)
670 İmam Hasan’ın şehadeti (25 Mart)
676 İmam Muhammed Bakır’ın doğumu (16 Aralık)
680 Kerbela Olayı – Hz. Hüseyin’in şehadeti (10 Ekim)
699 İmam Cafer-i Sadık’ın doğumu
713 İmam Zeynel Abidin’in şehadeti
733 İmam Muhammed Bakır’ın şehadeti (28 Ocak)
745 İmam Musa Kazım’ın doğumu
746 Eba Müslim’in Horasan’a gitmesi
747 Horasan da Eba Müslim’in ayaklanması
765 İmam Ali Rıza’nın doğumu (29 Aralık)
766 İmam Cafer-i Sadık’ın şehadeti
799 İmam Musa Kazım’ın şehadeti
811 İmam Muhammed Taki’nin doğumu (11 Nisan)
818 İmam Ali Rıza’nın Şehadeti
827 İmam Ali Naki’nin doğumu
835 İmam Muhammed Taki’nin şehadeti
846 İmam Hasan Askeri’nin doğumu
858 Hallac-ı Mansur’un Doğumu
868 İmam Ali Naki’nin şehadeti
869 İmam Muhammed Mehdi’nin doğumu
922 Hallac-ı Mansur’un Bağdat’ta işkence ile katledilmesi (26 Mart)
1123 Rübaileri ile tanınan Hayyam’ın Hakka yürümesi (1132)
1150 Tac’ül-Arifin Seyyid Ebu’l-Vefa’nın Hakka yürümesi
1167 Piri Türkistan diye tanınan Hoca Ahmet Yesevi’nin Hakka yürümesi
1219 Moğol İstilasının başlaması ve Anadolu’ya doğru Derviş Göçleri
1240 Babailer isyanı
1240 Baba İlyas-ı Horasani’nin Hakka yürümesi
1240 Baba İshak’ın Hakka yürümesi
1240 Ayn’üd-Devle’nin Hakka yürümesi
1240 Emirci Sultan’ın Hakka yürümesi
1252 Safevi soyunun ceddi Şeyh Safiyüddin Erdebil civarında doğuyor.
1290 Baba İlyas-ı Horasani’nin oğlu Muhlis Paşa’nın Hakka yürümesi
1293 Sarı Saltık’ın Hakka yürümesi
1307 Barak Baba’nın Öldürülmesi
1326 Şeyh Edebali’nin Hakka yürümesi
1335 Safevi soyunun ceddi Şeyh Safiyüddinin Hakka yürümesi
1360 Elvan Çelebi’nin Hakka yürümesi
1393 Hurufilik’in kurucusu Esterabadlı Fazlullah’ın Hakka yürümesi
1403 Seyyid Nesimi’nin katledilmesi
1441 Rasul Bali’nin Hakka yürümesi (doğ.1361)
1447 Safevi soyundan Şeyh İbrahim’in Hakka yürümesi ve kardeşi Şeyh Cüneyt’in tarikat reisi olması
1460 Şeyh Cüneyt’in Hakka yürümesi
1487 Şah İsmail’in Erdebil’de doğması (17 Temmuz)
1488 Şah İsmail’in Babası Şeyh Haydar’ın Hakka yürümesi(9 Temmuz)
1502 Şah İsmail’in İran’da Şah ünvanını alması
1511 Şahkulu Baba Tekeli Ayaklanması (9 Nisan)
1514 Çaldıran’da Osmanlı-Safevi Savaşı ve Safevi Ordusu’nun yenilmesi
1516 Balım Sultan’ın Hakka yürümesi (doğ.1473)
1524 Şah İsmail’in Hakka yürümesi (5 Mayıs)
1548 İskender Çelebi’nin Hakka yürümesi (doğ. 1512)
1555 Fuzuli’nin Hakka yürümesi
1569 Sersem Ali Dedebaba’nın Hakka yürümesi.(Posta oturuşu.1551)Süre:19yıl
1569 Elhac Ahmed Ali Dede (Dedebaba) Hakka yürümesi(p.o. 1569) S.1yıl
1569 Yusuf Bali Çelebi’nin Hakka yürümesi (doğ.1516)
1581 Bektaş Çelebi’nin Hakka yürümesi (doğ.1544)
1588 Resul Bali Çelebi’nin Hakka yürümesi (doğ.1546)
1596 Abdullah Baba(Dimetokalı Ak Abdullah Baba)(Dedebaba) Hakka yürümesi (p.o.1569) S.27yıl
1604 Mürsel Çelebi’nin Hakka yürümesi (doğ.1551)
1607 Hasan Çelebi’nin Hakka yürümesi (doğ.1563)
1628 Dimetokalı Karar Halil Baba (Dedebaba)Hakka yürümesi(p.o.1596)S.33yıl
1632 Bektaş Çelebi’nin Hakka yürümesi (doğ.1566)
1646 Kasım Çelebi’nin Hakka yürümesi (doğ.1578)
1649 Dimetokalı Elhac Vahdeti Dedebaba’nın Hakka yürümesi (p.o.1628)S.22yıl
1656 Yusuf Çelebi’nin Hakka yürümesi (doğ.1582)
1667 Zülfikar Çelebi’nin Hakka yürümesi (doğ.1605)
1674 Hüseyin Çelebi’nin Hakka yürümesi (doğ.1609)
1675 Elhac seyyid Mustafa Dedebaba’nın Hakka yürümesi(p.o.1649)S.26yıl
1685 Abdülkadir Çelebi’nin Hakka yürümesi (doğ.1628)
1689 Birecikli Seyyid İbrahim Agahi Dedebaba’nın Hakka yürümesi(p.o.1675)S.15yıl
1714 Urfalı Es-Seyyid Halil İbrahim Dedebaba’nın Hakka yürümesi(p.o.1689)S.26yıl
1730 Murtaza Ali Çelebi’nin Hakka yürümesi (doğ.1646)
1736 Serezli Hacı Hasan Dedebaba’nın Hakka yürümesi(p.o.1714)S.22yıl
1759 Kırımlı Hanzade Mehmet Dedebaba’nın Hakka yürümesi(p.o.1736)S.24yıl
1783 Dimetokalı Seyyid Kara Ali Dedebaba’nın Hakka yürümesi (p.o.1759) S.25yıl
1790 Sinoplu Seyyid Hasan Dedebaba’nın Hakka yürümesi(p.o.1783)S.7yıl
1799 Horasanlı Hacı Mehmet Nuri Dedebaba’nın Hakka yürümesi (p.o.1790) S.9yıl
1803 Abdüllatif Çelebi’nin Hakka yürümesi (doğ.1724)
1813 Kalacıklı Seyyid Halil Hakii Dedebaba’nın Hakka yürümesi (p.o.1799) S.15yıl
1824 Feyzullah Çelebi’nin Hakka yürümesi (doğ.1742)
1826 Yeniçeri Ordusunun Kaldırılması ve Yeniçeri-Bektaşi kıyımı
1827 II. Mahmut tarafından türbeler dışındaki tüm külliye binalarının yıktırılarak Hacıbektaş Dergahı’na Cami yaptırılması
1828 Veliyettin Çelebi’nin Hakka yürümesi (doğ.1772)
1834 Sivaslı Mehmet Nebi Dedebaba’nın Hakka yürümesi(p.o.1813)S.21yıl
1835 Merzifonlu Hacı İbrahim Dedebaba’nın Hakka yürümesi(p.o.1834)S.1yıl
1846 Vidinli Seyyid hacı Mahmud Dedebaba’nın Hakka yürümesi (p.o.1835) S.12yıl
1848 Sofyalı Saatçi Ali Dedebaba’nın Hakka yürümesi(p.o.1846)S.2yıl
1849 Çorumlu Seyyid Hasan Dedebaba’nın Hakka yürümesi(1848)S.1yıl
1868 Yanbolulu Elhac Ali Turabi Dedebaba’nın Hakka yürümesi(p.o.1849)S.19yıl
1871 Ali Celalettin Çelebi’nin Hakka yürümesi (doğ.1808)
1874 Selanikli Hacı Hasan Dedebaba’nın Hakka yürümesi(p.o.1868)S.6yıl
1878 Feyzullah Çelebi’nin Hakka yürümesi (doğ.1811)
1879 Konyalı Perişan Hafız Ali Dedebaba’nın Hakka yürümesi(p.o.1874)S.6yıl
1894 Aşık Veysel’in Doğması (25 Ekim)
1897 Malatyalı Hacı Mehmet Dedebaba’nın Hakka yürümesi(p.o.?)S.?
1907 Elhac Mehmed Ali Hilmi Dedebaba’nın Hakka yürümesi(p.o.1879)S.28yıl
1913 Hacı Feyzullah Dedebaba’nın Hakka yürümesi(p.o.1897)S.7yıl vekaleten,9yıl asaleten
1919 Mustafa Kemal Paşa’nın Kurtuluş Savaşı için destek sağlamak üzere Hacıbektaş’ı ziyareti(23 Aralık)
1921 Koçgiri Ayaklanması
1931 Sivas’ta Halk Şairleri Bayramı (5 Kasım)
1937 Dersim Olayları’nın başlaması
1937 Dersim İsyanı’nın Lideri Seyit Rıza’nın İdamı (15 Kasım)
1958 Hacıbektaş Dergahı’nın Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce onarıma başlanması
1964 Hacıbektaş Dergahı’nın Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığı’na bağlı bir müze olarak açılması (16 Ağustos)
1966 Birlik Partisi’nin Kurulması (17 Ekim)
1978 Kahramanmaraş Olayları
1980 Çorum olaylarının başlaması (4 Temmuz)
1993 Sivas Katliamı (2 Temmuz
1995 Gazi Mahallesi Olayları (12 Mart)

Alevilik Tarihi

Aleviliğin kökeni genel olarak Hz. Muhammed’in vefatı sonrasında yaşanan gelişmelere dayanmaktadır. Ancak Anadolu Aleviliği ele alınırken islamöncesi ve sonrası birçok farklı dinsel ve kültürel unsuru da gözden kaçırmamak gerekmektedir.Önce Aleviliğin doğuşuna yolaçan gelişmeleri görelim:

Hz. Muhammed’in vefatı sonrasında ortaya çıkan kimin halife olacağı sorunu, Alevi-sünni meselesinin ilk tohumlarını atmıştır. Hz. Muhammed daha sağlığında birçok kez Hz. Ali’nin halefi olacağını vurgulamıştı. Hz. Muhammed’in soyu, kızı Hz. Fatıma’yı eş olarak verdiği Hz. Ali’den devam etmişti.Hz. Muhammed Mekke’ye Hicret ettiği zaman da ailesine ve işlerine bakmak üzere Hz. Ali’yi yerine bırakmıştı. Üstelik Peygamber Hz. Ali’nin katıldığı hemen hemen bütün savaşlarda onu komutan olarak atamıştır.

Bilindiği üzere Hz. Muhammed Veda Haccı dönüşünde (632) Gadîru Hum adlı yerde beraberindeki müslümanlarla konaklayarak bir konuşma yapmış ve bu konuşmasında kendisinden sonra amcasıoğlu ve damadı Hz. Ali’nin müslümanlara önder yani halife tayin olduğunu ifade etmişti. Orada aralarında İkinci Halife Ömer’in de bulunduğu müslümanlar bundan dolayı Hz. Ali’yi kutlamışlardı.

Ölmeden önce Hz. Muhammed “Bana bir kalem ve kağıt getirin size bir vasiyet yazdırayım ki, benden sonra ihtilafa düşmeyesiniz.” demiş ancak bu isteği yerine getirilmemiş ve Peygamber vasiyetini yazamadan vefat etmişti. Daha sonra Hz. Ali ve diğer aile üyeleri Peygamberin defin işleriyle uğraşırken, Ebu Bekir ve Ömer’in de aralarında bulunduğu ensar ve muhacirin ileri gelenleri iktidar kavgasına başlamışlardı bile. Bu iktidar mücadelesi Ebu Bekir’in halife olması ile sonuçlanmış, daha sonra sırasıyle Ömer ve Osman halife olmuşlardır. Sonuç olarak bu üç kişinin halifelikleri, deyim yerindeyse Peygamberin Ehli Beytine rağmen gerçekleşmiş, bu nedenle yüzyıllardır tartışılagelmiştir. Hz. Ali ve Hz. Fatıma bu halifelikleri onaylamamakla birlikte, iktidar uğruna gerginlik yaratmaktan da kaçınmışlar, bu haksızlığı sineye çekmeyi uygun görmüşlerdir.

Alevi-Sünni meselesinin ilk çıkışı özetlemeğe çalıştığımız bu halifelik meselesine dayanır. Ehli Beytin başına gelenler ve bunlardan en önemlisi Kerbela Olayı ise Aleviliğin siyasal ve düşünsel bakımlardan daha da olgunlaşmasına ve Araplar dışındaki diğer uluslar arasında da yayılmasına neden olmuştur.Şimdi bu gelişmeleri görelim:

Osman’ın halifelik dönemi (644-656), daha önce tohumları ekilmiş bulunan bölünmelerin, problemlerin su yüzüne çıktığı bir dönem olmuştur. Halife Osman’ın yönetiminde akrabalarına, yani Emevi ailesine gösterdiği aşırı yakınlık ve valiliklere onları tayin etmesi ve diğer suistimaller ona karşı Irak, Mısır, Hicaz ve Surite’de yoğun bir hoşnutsuzluk duyulmasına yolaçmıştır. Valileri halka kötü davranıyor olmalarına rağmen onları koruyucu bir tutum takınmış, sonuçta Mısır, Basra ve Kûfe’den yola çıkan gruplar Halife Osman’ın evini kuşatarak onu öldürmüşlerdir.(656)

Üçüncü Halife Osman’ın öldürülmesi sonrası Hz. Ali halifeliği sahabenin ısrarları üzerine kabul etmiştir. Hz. Ali iç karışıklıkların çok yoğun olduğu bir dönemde ve bu karışıklıkları sonlandırmak amacıyla halifelik görevini kabul etmiştir. Daha önce Osman’ın aleyhinde bulunmuş olan Hz. Muhammed’in eşlerinden Ayşe, Talha ve Zübeyr, Hz. Ali’nin halife olması sonrasında onu Osman’ın ölümünden sorumlu tutarak Cemel savaşına yolaçmışlardır. Cemel Savaşı Hz. Ali’nin galibiyetiyle sonuçlanmıştır. Hz. Ali bu olaydan sonra Şam’da hüküm sürmekte olan ve kendisine biat etmeyi reddeden Şam Valisi Muaviye sorununun çözümüne girişti. Muaviye, Hz. Ali’yi Osman’ın ölümünden sorumlu tutuyor ve Şam’da bunun propagandasını yapıyordu. Hz. Ali’nin uyarıları sonuçsuz kalınca Hz. Ali ve Muaviye Orduları arasında Sıffin Savaşı (657) başlamış oldu. Hz. Ali’nin ordusu savaşı kazanmak üzereyken, Muaviye’nin yakın adamı Amr İbn-ül As’ın, askerlerin mızraklarının ucuna Kuran sayfalarını bağlatarak “Allahın kitabı sizinle bizim aramızda hakem olsun.” diye bağırtması sonucu Hz. Ali’nin ordusu saldırıyı durdurdu. Bu şekilde Amr’ın hilesi işe yaramış ve iki taraftan hakemler seçilmiş, bir sonuca ulaşılamamıştır. Burada Hz. Ali’nin ordusundan ayrılan bir grup da Hariciler adını almışlardır. Böylece müslümanlar Hz. Ali yandaşları, Muaviye yandaşları ve Hariciler olmak üzere üçe bölünmüş oluyorlardı. Hz. Ali vefatından önce Haricilere yönelik askeri bir harekat düzenlemiş, önemli bir bölümünü yok etmişti. 24 Ocak 661’de ise Hz. Ali, İbn Mülcem adlı bir harici tarafından uğradığı saldırı sonucunda şehid olmuştur.

Bu şekilde Emevi hükümdarı Muaviye iktidara yönelik siyasal amaçlarını ne pahasına olursa olsun elde etmeye uğraşmış, Sıffin’de Hz. Ali’ye yenileceğini anlayınca hileye başvurmuş ve Hz. Ali’nin vefatı ile Emevi saltanatını kurma amacına ulaşmıştır. Hz. Ali’nin vefatı sonrası Şam ve Mısır dışında bütün eyaletler Hz. Hasan’a biat etmişlerdi. Muaviye kendi iktidarı için tehlikeli saydığı Hz. Hasan’ı zehirletmekten de çekinmedi. Muaviye, Ehli Beyte ve Hz. Ali yandaşlarına her türlü eziyeti yaptırmış, camilerde Hz. Ali’ye lanet okutmuş ve kendisinden sonra oğlu Yezid’in halife olmasını sağlamak yoluna gitmişti. Hz. Hasan’ın zehirletilmesiyle Yezid’in önünde en büyük engel olarak Hz. Hüseyin bulunmaktaydı.

Yezid ilk iş olarak Medine Valisi ve akrabası Velid’e bir mektup yazarak, özellikle Hz. Hüseyin’in muhakkak kendisine uymasının sağlanmasını, bunu reddederse öldürülmesini emrediyordu. Doğal olarak Hz. Hüseyin’in Yezid gibi bir zalime itaat etmesi mümkün değildi. Hz. Hüseyin, Muhammed Hanefi’nin de tavsiyesiyle 4 Mayıs 680 gecesi, bütün aile fertlerini yanına alarak Mekke’ye gitti. Ayrıca, Hz. Hüseyin’in Yezid’e biat etmediğini ve Mekke’ye gittiğini öğrenen Kûfeliler de Hz. Hüseyin’e elçiler göndererek Kûfe’ye davet ile kendisini halife olarak tanıyacaklarını bildirdiler. Bunun üzerine Hz. Hüseyin amcaoğlu Müslim’i uygun bir ortam sağlamak için Kûfe’ye gönderdiyse de Müslim Yezid’in adamlarınca yakalanarak idam edildi. Hz. Hüseyin Mekke’den Kûfe’ye doğru yola çıktığı sırada Müslim öldürülmüştü.

Hz. Hüseyin ve beraberindekiler Kerbela’ya geldiklerinde hem susuz bırakılmış, hem de binlerce kişilik ordu tarafından sarılmış durumdaydılar. Yezid’in Kûfe valisi Ubeydullah, Hz. Hüseyin’in geri dönmek, Yezid’le görüşmek veya islam sınırlarından birine gitmek isteklerinden hiçbirini kabul etmedi. Esasen onun görevi Yezid’in emrini yerine getirmek, yani Hz. Hüseyin’i öldürmekti. Çünkü biliyordu ki Hz. Hüseyin yaşadığı sürece efendisi Yezid’e rahat yoktu. Sözde müslümanlardan oluşan koskoca bir ordu iktidar uğruna kendi dinlerini kuran Peygamberin torununu ve ailesini katletmeye kararlıydı.

Nihayet 10 Ekim 680 (Hicri 10 Muharrem 61) günü Hz. Hüseyin son hazırlıklarını yaptı ve Yezid’in ordusuna yaklaşarak hitab etmek istediyse de, bu anlamlı konuşma Yezid’in ordusunu pek etkilemedi. Çok dengesiz bir şekilde başlayan savaşta Hz. Hüseyin’in 23 süvari ve 40 piyadeden oluşan savaşçıları öğleden sonraya gelindiğinde gittikçe azalmış bulunuyordu. Hz. Hüseyin de bu az sayıda insanla yaya olarak savaşıyordu. Sonunda Şimr’in emriyle her yandan hücum edilerek Hz. Hüseyin şehid edildi.Sonra çadırlar yağma edildi, hasta olan İmam Zeynel Abidin de öldürülmek istendiyse de engellendi. Bu çirkin savaşın en küçük kurbanı ise daha altı aylık bir bebek olan Hz. Hüseyin’in oğlu Ali Asgar’dı. Hz. Hüseyin tarafında şehid olanlar yetmiş iki kişi idi.

Kerbela olayı yüzyıllara damgasını vurmuş bir tarihsel olaydır. Bu olay o zamanki müslüman memleketleri halklarını o kadar etkiledi ki Emevi saltanatı kökünden sarsıldı. Kerbela Olayı İran ve Hicaz’da duyulunca halkta Emevilere karşı büyük bir kin oluştu ve isyan hareketleri başgösterdi. Yezid’in Mekke ve Medine’ye saldırması ise bardağı taşıran son damla oldu. Özet olarak , camilerde Hz. Ali’ye küfür ettirilmesi, önce Hz Hasan’ın daha sonra da Hz. Hüseyin ve ailesinin ki Peygamberin soyu onlardan devam ediyordu, acımasızca öldürülmeleri, Emevi Hanedanına karşı muhalif bir düşünsel ve siyasal temeli olan bir harekete yolaçtı. Bu harekete Hz.Ali yandaşlığı veya Alevilik demek mümkündür.

Kaynak Doç.Ali Yaman

ALEVİLİK TARİHİ

Aleviliği tanımlarsak: Alevilik çeşitli kültür ve kültürlerin sentezidir. Pamir yaylalarından yani Çin Seddi’nden Adriyatik’e kadar uzanan coğrafyada; başka bir deyişle Ahmet Yesevi’den, Gül Baba’ya dek uzanan bir çizgide çeşitli kültür, uygarlık, inanç, töre, örf, gelenek ve görenekler ile kültlerin karışımı ya da eklentileriyle birlikte Anadolu’da harmanlanıp yoğrularak şekillenmiş; bir kültür, inanç ve yaşam biçimine dönüşerek sistemleşmiştir.

Ama, bu iş nasıl olmuştur? Yüzlerce yıllık uzun bir süreci gerektirmiştir. İslami şemsiye altına alınan tüm bu inançlar ve kültürler yoğrularak bir sentez haline getirilmiş, yeni bir sistem yaratılmış, yepyeni bir biçimle de sosyoekonomik temeliyle “toplumsal bir düzen” haline gelmiştir. Bence, Aleviliği işte böyle tanımlamak lazım.

Aleviliğin kurumlaşmış, kurallaşmış, çok özel sistemleşmiş yapısına Bektaşilik diyoruz. Bektaşiliğe dini literatür açısından bakıldığında; Caferi mezhebinin bir tarikatı olarak niteleyebiliriz. Ama, tasavvufi olarak popüler bir halk tarikatıdır.

Alevilik; Bektaşilik’ten farklı biraz daha gevşek ilişkilere sahip, yörelere göre değişkenlik gösteren, biçimsel farkı özde bütünleştiren bir anlayıştadır ki bu; “Yol bir, sürek bin bir” şeklinde ifade edilmiştir ve uygulanmıştır. Bölge ve yörelerde bu anlayıştan ritüel farklılıkları vardır. Bu bağlamda bir başka tanımlama ise; Kızılbaşlık nedir? diye soruyorlar, sık sık bize.

Kızılbaşlık daha çok Alevi, Bektaşi, Batıni, İsmaili, Kalenderi, Hayderi, Karmati, Ahi gibi tüm unsurların ideolojik bileşkesine yani doktirinel adına Kızılbaşlık diyoruz. Alevi Türkmenlerin siyasal ideolojisine bir Türkmen ideolojisi ve stratejisidir.

Bunun en somut adımını da, daha öncede Kızılbaşlık terimi olmasına rağmen Şah İsmail’de ideolojik olarak görüyoruz. Bu doktirinin temelini Şah İsmail atmıştır ve devlet iktidarına yönelmiştir. Kızılbaşlık öğretisini; Devlet iktidarını ele geçirmeye yönelik bir harekettir ve benim kişisel görüşüm de budur.

Şah İsmail ile Balım Sultan birlikte Kızılbaşlık teori ve pratiğini; Anadolu’da yapılan iki Türkmen kurultayında temelini atmışlardır.

Birinci toplantı: Erzincan’ın Tercan yöresindeki Saru – kaya yaylasında 1500’ün Yazında gerçekleşiyor. Bu kurultaya yüzlerce Türkmen oymak beyi ile Seyyid Ocakları dedeleri katılıyor. Tercan Kızılbaş Türkmen kurultayı sonucunda; Tebriz’de “Safavi Türk Kızılbaş Devleti” kurulmasına karar veriliyor. Tercan’dan büyük bir yürüyüşle, on binlerce insan Tebriz’i alarak, Kızılbaş devletini kuruyorlar.

İkinci toplantı: Sivas’ın Yıldızeli yöresinin Banaz – Bedirli arasındaki Sarıkaya yaylağında olur. Bu yaylanın adı daha sonradan Şah Yaylası olarak anılır. Bu toplantı 1509 yılında gerçekleşir. Kalender Çelebi; Hacı Bektaş Dergahı postnişini Balım Sultan, İstanbul’a II. Bayezıt tarafından çağrıldığından onun adına toplantıya iştirak eder. Pir Sultan Abdal, Kul Himmet gibi Alevi ileri gelenleriyle Türkmen beyleri ve dedeleri kurultaya katılırlar ve Şah İsmail’den İstanbul’u almasını isterler.

Şah İsmail; Türkmen beyleri ile Seyyid Ocakları dedelerinin bu isteklerini reddeder. Uzun tartışmalar sonucu yeni kurulmuş olan Safavi Kızılbaş devletinin stratejik hedefi ve sınırları belirlenir. Bu çerçevede amaca yönelik olarak çalışmalara geçilir ve tüm Anadolu’daki Türkmen oymaklarından Asker toplanır ve maddi destek sağlanması için harekete geçilir. Dedelere ve Türk beylerine önemli görevler verilir.

Günümüze geldiğimiz de ise; bu üç terim, “Alevilik – Bektaşilik – Kızılbaşlık” iç içe geçmiştir ve aynı anlamı ifade etmektedir. Alevi toplumunun “Kızılbaşlık ütopyası” Mehdi beklentisine bırakmıştır. Alevi toplumu 18. yüzyıldan sonra “Tefekkür dönemi”ne girerek “Derunî Tasavvuf” ile içe yönelip kapanarak, kendilerini “kaderciliğe” terk etmişlerdir. Ama bu durum teslimiyet anlamına gelmemiştir. Alevi toplumu diğer bir deyişle; “Pasif direniş stratejisi”ni benimseyerek uygulamaya koymuştur. Cumhuriyet döneminde de bu anlayışını “Demokrasi ve Laiklik” ilkelerini sahiplenerek ve Hukukun üstünlüğünü, Sosyal Devleti savunarak her platformda ve siyasi görüşleriyle bireysel veya toplu olarak ifade etmişlerdir.

Alevilik nasıl çıkmıştır. Aleviliğin kökeni nereden kaynaklanmıştır? diye başa dönersek.

622 yılında Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye Hicret (göçü) ile birlikte Medine’de yeni bir “Site Devleti” oluşturur. Bu site devletinin oluşumunda belirli kurallar getirmesi gerekir. Çünkü, orada (Medine’de) Arap müşrikler, Müslümanlar, Hıristiyanlar, Yahudiler, göçmenler, yabancı tüccar – tefeci – bezirgan var; bağımsız Arap aşiretleri var, kozmopolit bir yer sanıyorum 1500 civarında da Müslüman nüfus var.

Medine’ye Hicretinden üç ay sonra (622) de: Hz. Muhammet, Müslümanları toplayarak aralarında bugün “Medine Vesikası” dediğimiz, 23 maddelik bir sözleşme imzalarlar. Daha sonra bu antlaşma diğer sosyal bloklar olan; Müşrikleri, Arap Kabileleri, Yahudileri, Hıristiyanları, tüccarları vs. katılımıyla ve imzalarıyla 52 maddeye çıkarılır. Yani o günkü “İslam Devleti Anayasası” hazırlanır ve çerçevesi çizilir.

“Medine Vesikası”nın maddelerinin içinde “kardeşleşme akdi” organizasyonu dediğimiz bir madde vardır ki çok önemlidir. İşte Aleviliğin esasının temelinin atıldığı bir maddedir ki; bununla “Musahiplik Kurumu” oluşturulmuştur. Yani bu maddeyle, Muhacir ile Ensar musahip olur.

Musahiplik ile ilgili Kuran’da belirli ayetler var. Ensar ile Muhacir’in kardeşleşme olayı bir nevi “komünel bir hayatı” öngörüyor. Yani, Şeyh Bedreddin’in formüle ettiği ve sloganlaştırdığı: “Yarin yanağından gayri her şeye ortaktır.” Organize ve yapısal oluşumu; ortak mülkiyeti, paylaşımı, üleşimi, dağıtımı ve tüketimi; Kuran’a ve Sünnet’e dayanarak gündeme getirmiştir. Şeyh Bedreddin’in bu “Toplumsal projesi”ni hayata geçirmek isteyince de “egemen güçler” tarafından 1420 yılında asılmak suretiyle idam edilmiştir. Serez’den getirilen kemikleri II. Mahmut’un mezarının bulunduğu mezarlıkta gömülmüştür. Büyük Alevi önderi olan Şeyh Bedreddin’e “Alevi – Bektaşi toplumu” sahip çıkmamaktadır. “Solcu geçinenler” ise onun düşüncelerini kullanmaktadırlar. Bu tip anlayışı ile bizi bir yere götüremez. Tarihi değerlerimize, ulularımıza, önderlerimize sahip çıkmalıyız. Geçmişi olmayan bir toplumun geleceği de olmaz. Ahlakî olarak; birey ve toplum olarak sorumluluk duyarak, “Etik bir duruş” sergilemeliyiz, uymalıyız ve fiilen yaşama geçirmeliyiz

“Medine Vesikası”nı ilk kez dünyada ortaya çıkaran ve İslam Aleminde tartışmaya açan Prof. Dr. Muhammed Hamidullah’tır. On bir dil bilen dünya çapında bir İslami araştırmacıdır. Türkiye de aktüel gündeme getiren ise Ali Bulaç’tır. Sol ve İslami kesimlerde “Medine Vesikası” tartışılmasına rağmen; benim dışında “Alevi yazar ve araştırmacı”larında Medine Vesikası gündeme gelmemiştir. Çünkü Alevi yazarlar beşi altısı hariç hala hurafeler yazarak “Alevi toplumu”nu uyutmaktadırlar.
İlk mescit ya da cem evi dediğimiz mekan Mekke’de gizli olarak Müslümanlar’ın toplandığı evdir. 615 yıllarından itibaren tutulan bu evde toplantılar yapılıyor. 618 yılında illegal bir örgütlenmeyle cem ibadeti bu evde eda ediliyor. Hz. Muhammed’in bizzat kendisi bu organizasyonu yapıyor.

Mekke’deki bu gizli evde; Hz. Ali, Bilalî Habeş, Kürt Gavan, Romalı Süheyl, Türk Süreyş, Selmani Faris gibi devrin ulemalarının yanı sıra Abu – Zer – Gaffari gibi Arap Kabile şefi ve aristokrat, büyük filozof ve tasavvufçu da vardır, ve cemleri yürütmektedirler.

Hz. Muhammed, Medine’ye göçtükten sonra; kendine bir ev yaptırır. Yanına da “mescid-i Nebevi” denilen mescit ve “Suffa Okulu” ile aş evi, misafirhane, at evi, develerin kalacağı yerler gibi müştemilat inşa ettirir. İşte Hz. Muhammed’in bizzat mimarlığını yapıp projesini çizerek ve aynı zamanda çalışarak inşa ettiği bu külliyeye ilk cem evi (proto – cem evi) diyoruz.

Hz. Muhammed’in yürüttüğü cem ve zikir ayini, dini ritüeller; “Hakk’la hak olmak”tır. Bu dönemde Ayn-ı Cem’lere “Semah ritüeli”ni Abu Zer Gaffari eklenmiştir. Semah coşkulu vecd dönümü de Hz. Muhammed fiilen kendisi de icra ederek onaylamıştır. Kırklar cemi dediğimiz bu ibadette yer alan insanlar, sahabeler aynı zamanda Hz. Muhammed’in “Danışma Meclisi”ni oluştururlar.

Bu günkü üniversite seviyesinde olan Hz. Muhammed’in kurduğu “Suffa Okulu”nda Kırklar Meclisi’nde görev alan Hocalar, mutasavvıflar öğrencilere ders verirler. Çeşitli milletlerden olan bu öğretmenler; Matematik, felsefe, şiir, astronomi, İslami bilgiler ile diğer dinlere; Mecusilik, Hıristiyanlık, Musevilik, Hanefilik vb. ait konu müfredatları işlerler. Kadınlar erkeklerle eşit ve özgür konumdadırlar. Hz. Muhammet döneminde kadın hakları çok ileri bir durumdadır, Sünniler bu durumu görmezlikten geliyorlar. Ama, Aleviler kadın haklarını aynen korumuşlardır.

Hz. Muhammed’in uygulamalarına böyle bakılınca demek ki; Musahipliğin temelleri, cemin temelleri, Darın temelleri bu dönemde atılıyor. Alevi inanç kurumları bu dönemde oluşuyor.

Nasıl atılıyor darın temelleri.

Alevilik’te Dar ve Pirleri olarak: Dar-ı Fatıma ve Hz. Fatıma, Dar-ı Mansur ve Hallac Hüseyin İbn-i Mansur, Dar-ı Fazlı ve Fazlullah Hurifi, Dar-ı Nesimi ve Seyyid İmameddin Nesimi adları ve ritüelleri geçmektedir. Bu tip dar ibadet biçimlerini ve şekli duruşları simgelemektedir. Dar bu zatlarla başlıyor.

Alevilik’de Dar Kurumu bir hukuk sistemi fıkıhı ifade etmektedir. Alevilik’de her türlü hukuku sorunu Dar Kurumu içinde çözümlenmiştir. Dar Kurumunun da temellerini Hz. Muhammet, Medine Site Devleti’nde “Medine Vesikası”yla sağlanmıştır. Aynı zamanda Kuran’da da bu konuda ayetler vardır. Hukuk, Adalet, Hakk’a niyet, gibi ilkeler Kuran’ın muhteviyatında tümden var olduğu gibi çeşitli konularda tek tek ayetlerde de mevcuttur.

Medine Site Devletinin kurucuları Hz. Muhammed’i devlet başkanlığına getiriliyor. Her sosyal bloktan da Hz. Muhammed’e danışmanlık yapan insanlar var. Bu devlette her sosyal blok; kendi inançlarını serbestçe eda edebiliyor, hukuk sistemini uyguluyorlardı. Medine site devleti; çok inançlı çok hukuklu, çok kimlikli, çok kültürlü bir devlettir. Yani bu devletin cemaatlerini oluşturan; Müşrik Arapların, Yahudilerin, Hıristiyanların, Kabilelerin, Tüccarların, Müslümanların kendi iç işlerine uygun hukuku normları vardı ve onları uyguluyorlardı.

Hz. Muhammed tüm bu toplum ve sosyal blokların başkanı ve Hakem’i olup; sadece Müslümanların “Hakimi yani yargıcı” idi. Hz. Muhammed diğer cemaatlerin, gayri – Müslimlerin yargılanması ve sorgulanmasında tarafsız bir kişi olarak hakem olarak görev yaparak onların hukuklarının uygulamasına nezaret ediyordu. Halbuki, Müslümanlar için, Hz. Muhammed yargıç olarak cezalandırıcı, uygulayıcı, yaptırımları kendi tekelinde toplayan bir otorite idi. Yani ayn-i cemlerde Sercem olarak görev yapan mürşid gibi “Dar”ı, “halk mahkemelerini” icra eden bir yönetici ve hakimdir.

“Ahmed-i Muhtar Makamı” olan ve “Hakk – Muhammed – Ali meydanı”nda kurulan “düşkün görme ya da sorgulama, aklama, soruşturma, koğuşturma” darında; dede hakim olur, cemaatteki canlarda jüri olarak görev yaparlar.

Hz. Muhammed de Müslümanların yargılanmasında bir “Mürşid”tir. Dedeler de aynı şekilde “Muhammed”i temsilen o makama oturarak görev yaparlar. Aleviler’deki Dar geleneği de Hz. Muhammed’ten kalma olduğu için tarih boyunca: Emevi, Abbasi, Selçuklu, Osmanlı dönemlerinde Sünni kadılara gitmemişler; hukuki sorunlarını kendi içlerinde “Rehber – Pir – Mürşid” yargıçlığında çözmüşlerdir.

Bazı araştırmacılara göre; Medine’de uygulanan bu hukuki sistem üç yıl sürmüştür. Bazılarına göre ise, 632 yılına yani Hz. Muhammed’in Hakk’a yürüyünceye kadar sürmüştür.

Ebu Süfyan ve Mekke Aristokratların Müslüman olmasından sonra, İslam Devletini Ebu Bekir, Ömer, Osman, Muaviye taraftarları ele geçirirler. İslamiyet’in içini boşaltarak, zahiri görünümüyle kendilerine hizmet aracı olarak kullanırlar ve otoriter bir ideoloji haline getirirler.

Hz. Muhammed’in uygulamalarını ve Kuran ilkelerini Hz. Ali yanlıları yaşama geçirerek; Musahiplik, Cem, Dar, İkrar gibi sosyal ve hukuki, adil ve adaletli, toplumsal ve dayanışma içerikli İslam’ı yaşarlar ve yaşatırlar. Bu İslam’i anlayışı da bugüne kadar, Aleviler yaşatmışlar

Cem; Hz. Muhammed’in “İsra ve Mirac” olayı ilişkin olarak, 615 – 618 yıllarında gerçekleşmiştir. Hz. Muhammed, Allah ile görüşmesi sonrası Cemevi’ne uğrayarak 17’si kadın 23’ü erkek sahabiye olayı, anlatır. Toplantı da bulunan Abuzer Gaffari; Hz. Muhammed’e Allah’ın nasıl olduğunu sorar. O da bir nur olduğunu söyler. “Kırklar Meclisi” ya da “Kırklar Cemi” dediğimiz bu ibadet erkanında; Hz. Ali, Hz. Hatice, Hz. Fatıma, Habeşli Bilal, Bizanslı Süheyl, Türk Süreyç, Kürt Gavan, İranlı Selman, Arap Aristokratı ve Filozofu Abuzer Gaffari gibi 40 insan vardır.

Bugün bizim “Halka Namazı” dediğimiz ve Miracname duazdehi söylenerek üç kez; ruku, secde ritüelleri eda edilerek “salavat” getirmesi ve rekatların kılınması; Hz. Muhammed’in mirac dönüşünden kalmıştır ve Allah’ın emrettiği bir ibadet biçimidir.

Allah; “Adem’i kendi sıfatımda yarattım” buyruğu üzerine, Mirac sonrası “yüz yüze, cemal cemale” namaz kılınmıştır. Bu güne dek de Aleviler bu ibadet şeklini uygulamışlardır.

Semah’ın Piri Abu – Zer – Gaffari; evreni simgeleyen dönüş ritüelini yani semahı, coşkulu vecdi, cem içinde eda ederek, “mutlak-ı Vücud” ile yeknasak olmayı ruhaniyetini getirmiştir.

Selman-i Farisi, Kuran’ı Farsça’ya çeviren büyük bir filozoftur. Abuzer Gaffari gibi Selmani Farisi de bir çok dil bilen, bir çok dinin ve inanışların tarihini ve felsefesini özümsemiş, ama onları reddederek Müslüman olmuş zatlardır. Romalı Süheyl; Grek (eski Yunan) felsefesini bilen bir Bizanslıdır. Türk Süreyç’de Hz. Muhammed’in “Kubbet’ül Türk” adlı çadırı yapan iyi bir zanaatkar ve Gök Tanrı inancı dahil Türk töresine ve örfüne vakıf bir kimsedir. Yine Kürt Gavan’da aynı şekilde Kürtler’in geleneklerini inançlarını çok iyi bilen bir filozoftur. Afrika’dan gelmiş bir zenci köle Bilal da bir bilgin kişidir. Hz. Muhammed’in etrafında günü birlik olan bu 40 kişi devrinin çok önemli simalarından olup, danışmanlarıdırlar. Bu insanlar “Suffa Okulu’nda öğrenci yetiştirerek, bu yetişen elemanları “İslam Misyoneri” olarak başka ülkelere İslami tebliğ için gönderiliyorlardı. Suffa Okulu’nda yetişen insanlara “Ashab-ı Suffa” denmektedir ki, bunları bizzat Hz. Muhammet de eğitmiştir.

Bugünkü Alevilik inancında olan kavramları, kurumları ve ritüelleri Kırklar Meclisinde şekillenmiştir. Alevi tapınma biçimlerin kökenini Hz. Muhammet – Ali dönemindeki “Kırklar Cemi”nde görmek mümkündür.

Halife Osman, Mervan, Muaviye yanlıları “Şam ve Mekke tefeci, bezirgan, tüccar” sınıf ve katmanları “Müslümanlığı” ikinci plana iterek, geleneksel Arap örf ve töresini ön plana çıkarıyorlar, kölelik düzenini yeniden hortlatıyorlar. Hatta daha Hz. Muhammet döneminde bu ilişkiler başlıyor. Eski bir köle olan “Useme”yi Hz. Muhemmed orduya Başkomutan olarak atına karşı çıkıyorlar. Köleden komutan olmaz gerekçesiyle onun emrine girmiyorlar. Ama Hz. Ali ve Ehlibeyt taraftarları Usame’yi olumluyorlar. Daha, Hz. Muhammet döneminde Müslümanlar iki fırkaya ayrılıyorlar Hz. Ali yanlıları (Aleviler); Bekir – Ömer – Osman – Muaviye taraftarları (Sünniler) olmak üzere siyasi, sosyal ekonomik ve inanç yönünden sürtüşmeler başlıyor ve günümüze kadar geliyor.

Sizin de belirttiğiniz gibi Hz. Ali, İslam’ı sahipleniyor. Muaviye ise eskiye dönüş yaparak Arap ırkçılığını savunuyor ve Aristokrat bir aileden geldiği için eski statüsüne yeniden kavuşma mücadelesi veriyor, sonucunda da Emevi Devleti’ni kuruyor.

Prof. Dr. Fuat Köprülü; Emevi Devletini Bizans ve Sasani devletlerinin adaptasyonu olarak görüyor. Ama, Hz. Ali’de böyle bir şey yok. O saf ve masum bir şekilde İslamiyeti bütün kural ve kurumlarıyla uygulamaya çalışıyor. Hz. Ali, İslami sistemi Hz. Muhammed döneminde olduğu gibi eşitlikçi, sevgiye ve dayanışmaya toplumsal bir düzen kurmaya çalışıyor. Yine Hz. Muhammed’in cemlerde 17 kadın Sufinin bulunduğu şekilde sekuler bir bakışla kadın haklarına gereken önemi veriyor. Ayşe kendisine başkaldırmasına karşın onu affediyor.

Muaviye ne yapıyor, tüm moderniteliğine rağmen; cariyeliği ve köleliği yeniden hortlatıyor ve bu anlayışta Osmanlılara değin geliyor. Bazıları ilericilik ve solculuk adına Alisiz Alevilik diyerek, kör bir bakış ile modernite adına da egemen Arap ırkçılarını destekleyerek, Muaviye’nin tarafında oluyorlar. Zalimlere sırtını dayayan sözde solcular köleleri ve yoksulları savunan Hz. Ali’ye karşı çıkarak kendi ideolojik duruşlarına da ihanet ettiklerinin farkında bile değiller.

İslam Sufiliği Suffa okulunda yetişmiş Ashab; Acem ve Türk ilerilerine giderek tasavvufu yaymışlardı. Hz. Ali’nin ordusunda yetişmiş ve Mutezile Ekolünün temsilcisi Wasil bin Ata el – Gazzal (Ö. 743), aklı temel alarak yaratılmış Kuran teziyle öğretisini yaygınlaştırmıştır. İslam Fıkıh’ını ilk yazan 4. İmam Zeynel – Abidin’dir. Hz. Ali torunları ve yanlılarının fikri oluşumları eylemsel alanlarda da görmekteyiz. Hz. Hüseyin’in Kerbela direnişinin ardıllarını Zeynel Abidin’in oğul ve torunlarında da isyan şeklinde tezahür eder. Muhtar el Sakafi ve Eba Müslim Horasani hareketleri de Ehli – beyt yanlısı başkaldırılardır.

Tüm toplumsal olaylar sonucu; Hz. Ali soyluları Türk bölgelerine ve Acem illerine kaçarak yöre bey ve hükümdarlarına sığınırlar. Emevi ve Abbasi zulmüne dayanamayan binlerce Ehli – Beyt yanlıları da doğuya doğru, Pamirler’e, Moğolistan’a kadar gidiyorlar.

Hz. Ali’nin torunları ve soyluları erkek ve kızlar Türk beylerinin çocuklarıyla evlenerek Türkleşiyor. Bey ve seyyid torunuyla birlikte sayınlık ilişkisini içinde olan Türk – Ali soylulardan hükümdar olanlar da bulunmaktadır. Ünlü gezginci Abu Dulaf Misar bin Muhalhil ve V. Minorsky ile Prof. Dr. Emel Esin; Oğuzlar, Karluklar, Bağraçlar, Hakaniler, Uygurlar, Çığıler gibi Türk boylarında Aleviler çoğunluğu oluşturduklarını yazmaktadırlar. İlk kez Alawi – Alevi terimi Hz. Ali soyluları için 9. yüzyılda tüm taraftarları için de 10. yüzyıldan itibaren kullanıldığını bu dönemdeki, Seyahatnameler de Coğrafyalarda, Lügatlarda kesin kes belirtilmektedir. Hatta, Satuk Buğra Han ve kurduğu Karahanlılar devleti 960’larda toplu olarak Aleviliği benimserler.

İmam Bakır, İmam Cafer-i Sadık ve İmam Musa-i Kazım’ın eğittiği öğrenci sufileri; Maveraünnehir’den Pamir’lere değin giderek Alevi öğretisini yayarlar ve irşat ederler.

8’inci İmam Ali – er Rıza Horasani bizzat Türk illerine giderek orada evlilikler yapar. Musa-i Kazım’ın 70 civarında olan kız ve erkeklerinin de büyük çoğunluğu Türklerle evlenir. Hace Bektaş-i Veli de bu tip evliliklerden olmadır.

Hz. Ali’nin torunları da Horasan’a ve Türk beylerine sığınır, orada evlenirler. Hace Ahmed-i Yesevi de böylesi bir ilişkiden doğma olup, Türkmen Şeyh’i Arslan Baba’nın yanında yetişmiştir.

Uygurların tarihini incelediğimde; Mani ve Şamanist olan bu Türk boyu Aleviliği benimseyerek, Hz. Soylularına büyük bir itibar göstererek, katagorik olarak 1. sınıf kabul ederler ve saygı gösterirler. Hz. Ali soylu seyyidleri diğer Türk boy ve oymakları da görmekteyiz. Türk beyleri yada çocukları Hz. Ali soylularla evlilikler yaparak Seyyidlik payesi almışlardır.

12’inci İmam Muhammed El – Mehdi (874 – 8..)’nin büyük gizlilik dönemine (Gaybet-i Kübra) girdikten sonra imamet dönemi kapanıyor. Yani 9. yüzyıldan sonra Seyyid Ocakları dönemi başlıyor. Müştehid konumunda olan Seyyidler kendi çevresinde bir ekol – okul olarak Alevi öğretisini yayıp, müritler oluşturarak örgütleniyorlar.

İmam Bakır ile öğretmeni Abdullah Bin Seba arasında geçen konuşmaları içeren “Ummu’l – Kitab” nüshaları Pamir yaylalarına değin Sufiler tarafından götürülerek halka Batıni Tasavvuf öğretiliyor. Ummu’l – Kitap imam Cafer buyruğunun ve Şeyh Safi buyruğunun temellerini oluşturuyor. Bu günkü Alevi öğretisinin ilkeleri olan 4 Kapı 40 Makam genel kurallarını andığımız ve 7 veya 8. yüzyılda yazıldığı tahmin edilen el yazma kitapta görmek mümkündür.

Evet. Yani Batılı bilim adamlarının da ısrarla belirttikleri gibi Muaviye sanırım devlet iktidarını elinde bulundurmasının sonucu da kendi soyunu ilk önce devlet içinde resmileş-tirip, kökleştirerek iktidara getiriyor ama aynı zamanda da bir modern devletin temellerini atıyor. Bunu yaparken de ileriye dönük Arap fikrinin, Arap milliyetçiliğinin, Arapçı-lığın da aslında temellerini bir ölçüde atıyor. Bunun karşısındaysa Hz. Ali daha çok Peygamber’den aldığı manevi yapıyla, batını yorumlarla İslamiyet’in daha çok ahlaksal, eşitlikçi, özgürlükçü, sevgiden, dayanışmadan yana olan yorumunun temsilcisi haline geliyor?

Şimdi burada Prof. Dr. Fuat Köprülü Emevi devletinin Bizans ve Sasani devletinin adaptasyonu olarak görüyor. Ama Hz. Ali’de böyle bir şey yok. Yani hani o İslamiyet’in çıkışındaki Hz. Muhammed döneminde ki eşitlikçi, dayanışmacı, özgürlükçü… kadınlar mesela ceme geliyor; 17 kadın o dönemde cemde kadınlara da bir özgürlük var. Ama ne yapıyorlar Emevi devleti kurulduktan sonra kadınlar ikinci plana itiliyor. Yani cariyelik, kölelik hemen hortluyor.
Hz. Muhammed ticaretle uğraştığı için küçük yaştan 40’ına kadar Türkler’le yüz yüze gelmiş. Türkleri iyi tanıyor, onların törelerini çok iyi biliyor. Araplar da tef çalma geleneği var, bu gelenek Kadiri ve Rufai tarikatine geçmiş. Türkler’deki saz, bağlama, çoğür, kopuz çalma ve deyişler eşliğinde Semah dönme geleneği de İslam ile birlikte Aleviler’e geçmiştir. Mevlevilikte de ney üfleme, kudem çalma geleneği vardır. Bunlar yerel ve ulusal özelliklerdir.

İmam Bakır; “Kim ki dedem Hz. Muhammed’e cahil, okuma – yazması yoktur diyorsa, o kafirdir. Hz. Muhammed; 72 dile vakıftı, bir kısmını okuyup yazıyordu, bir kısmını ise sadece konuşabiliyordu”, demektedir ki bizde buna inanıyoruz. 40 yaşına kadar ticaretle iştiğal eden bir insan, kervanlarla Mısır, Bahreyn, Şam, İran, Anadolu’nun belli yörelerini gezen dil bilmemesi, okuyup yazma öğrenmemesi mümkün değildir. Sattığı malın hesabını yapacak kadar okur yazar olması bir gerçektir. “Ümmi” saf ve temiz anlamındadır, cahil anlamında değildir. Sünni anlayış Hz. Muhammed’i böyle telakki etmektedir. Aleviler ise, onu bir dahi, filozof, okur – yazar bir zat, Mürşid-i Kamil olarak görmektedirler.

Bu nedenli Hz. Muhammed bölgedeki halkların, kavimlerin, ırkların dinlerini, törelerini, geleneklerini, dillerini, tarihlerini, bilmektedir. Türkleri, Acemleri, Rumları, Ermenileri, Yahudileri, vb. yüzlerce halkın kültür ve örfüne vakıftır.

Orta – Asya Türklerinde olan Gök – Tapınaklarındaki Gök – Tanrı inancı, Atalar, Tabiat, yer, su, kaya, mağara kültlerini İslamiyet’te de motif olarak görmek mümkün. Hz. Muhammed’in Hıra Mağarası’nda zikretmesi ve Vahiy gelmesi, Arafat dağı ve Mina ziyaretleri ve Şeytan taşlanması, Zemzem suyu gelenekleri eski inançların bir devamı niteliğindedir.

Hace Bektaş’ın Delikli Kaya Mağarası’nda zikretmesi, barış elçisi olarak güvercin donunda gelmesi, İslamî – Türk inanç motifleridir.

Yine benim de dedem olan Şeyh Hasan’ın 12. yüzyılda Horasan’dan gelerek Arapgir’in metruk Bizans köyünün bir mağarasında zikredip, tevhit çekmesi, tekmeleriyle su çıkarması kerameti eski inanç gelenekleridir.

Hacı Bektaş’ta delikli taştan geçmek ile Onar köyünde öksürük deliğinden geçmekle günahlarından af olunacağı inancı İslam öncesi motiflerdir. Bu tip örnekleri çoğaltabiliriz. Eski Arap ve Türk geleneklerinde benzer motifler ve inançlar örtüşmektedir. Ama Türk ve Arap toplumlarının siyasal, toplumsal, sosyal, ekonomik yapılanma açısından İslamiyet’in yani Hz. Muhammed döneminde çok farklılıklar vardır.

Türk topluluklarda “Kölecilik Sistemi” yoktur. Araplarda bu sistem vardır ve bu dönemde de devam etmektedir. Hz. Muhammed, kölecilik sistemini kademeli olarak kaldırır ve sonuçlandırılmasına yönelir. Çünkü İslamiyet’in özünde inanın insana kul ve köle olmasına karşıdır. Her insan eşittir. Hz. Ali’nin dediği gibi yaradılıştan insanlar eşittir, Müslüman olmalarıyla da kardeştir.”

Fakat, Emevilerle birlikte Arap toplumunda kölecilik yeniden hortlatılmış. Müslüman olsalar bile diğer ırklardan olanlar köle sayılmışlar ve Meval olarak kabül edilmişlerdir. Arap ırkçılığını başlatmışlardı.

Emevi Valileri Haccac ve Kuteybe’nin yaptıkları katliamlar insanlık tarihinde kara bir lekedir. Şehir girişlerinde sağlı ve sollu kurulan çarmıhlara kilometrelerce uzunlukta yol kenarlarına Türkler asılıdır. Kadınlar ve kızlar Şam ve diğer Arap şehirlerine göle olarak sevk edilirler. Kuteybe, Türk şehirlerini 13 yıl kan ve ateş kasırgası haline getirir. Haccac ve kuteybe Türk yerleşim birimlerini yerle bir eder, Türk medeniyeti yok edilir, insanlar; 10. 000’lik 12. 000’lik gruplar halinde kılıçtan geçirilir.

717 yılında Emeviler’in Horasan Valiliğine atanan Yezid b. Mühelleb; Dahistan ve Taberistan’ı zorla ve katliam sonucu ele geçirir. Arap komutan Yezit; Cürcan Türkler’inden 12 000 kişiyi kılıçtan geçirir. Cürcan’da 4 fersah (24 km.) uzunluğundaki bir mesafeye dar ağaçları diktirerek buralarda Türkleri astırır. Kaynaklara göre Cürcan’da öldürdüğü Türk sayısı 40. 000’den fazladır.

Emeviler; Türk, Kürt, Mısır, Pers, Mezopotamya uygarlıklarını ve kentlerini yerle bir ederler. İslamiyet adına Arap ırkçılığı ve sömürüsü görülmedik katliam, acı, kan gölü haline getirir işgal ettiği bölgeleri.

Eba Müslim Horasani 750 yılında Türkler’den oluşturduğu bir orduyla Emevi zulmüne son verir. İktidarda olan Abbasiler de kısa bir müddet sonra Emeviler gibi Arap milliyetçisi olurlar. Eba Müslüm’ü öldürürler.

Türkler’deki milliyetçi şuur yok olmaz, halk içinde yaşatılır. Selçuklu ve Osmanlılar da Türkçe’nin hakimiyetini göremiyoruz. Halkın konuştuğu dilin Türkçe olmasına karşın ilim dili Arapça, Edebiyat dili Farsça’dır. Dünyada 6000 dil ve lehçe gelip geçmiştir, bu gün 3000’e yakını konuşulmaktadır. Diğerleri erimiş gitmiştir. Araplar’ın Türklere yaptığı en büyük kötülük dille ilgilidir. Türkler’in alfabesi vardır. 23 yazgaçtan oluşan Uygur yazısı da tüm Türklerin yazısı olur. 732 yıllarında yaşama geçen bu yazı Araplarca yok edilerek Türkler’in kendi harfleriyle yazı sanatını da yok etmişlerdir. Hace Bektaş Veli’nin ilkelerini benimseyen ve iktidar olan Karamanoğlu Mehmet Bey ilk kez Anadolu’da konuşma ve yazı dilinin Türkçe olması için ferman yayınlar. Bu ferman Anadolu Türk Kültür tarihi için önemli bir olaydır.

Tekrar Orta – Asya’ya dönersek. Oğuz Boyları 940 yılında Cent şehrinde bir Kurultay toplarlar. Bu kurultayın gündemi üç maddeliktir: Birincisi Başbuğ seçimi, ikincisi yön seçimi, üçüncüsü din seçimidir. Oğuz boyları içinde en zayıfı olan Kınık Boyu beyi Selçuk Bey Başbuğ seçilir. Moğol saldırısı ve kuraklık nedeniyle yön batı seçilir. Çeşitli dinlere ve totemlere mensup Oğuz boylarının birliği içinde İslamiyet’in muhalif kanadı olan Hz. Ali, Şia yani Ehlibeyt öğretisi olan Alevilik inancı benimsenir. Böylece Türkler’in Horasın’dan koloniler halinde batıya Anadolu’ya sökünü başlar. Türkler töreleriyle, gelenekleriyle On İki İmam öğretisi bütünleşirler. Türk kültürel birikimin özü muhafaza edilerek İslami kabuk ile sıralanır. Eski Türkler’in dini Gök – Tanrı inancı ve ritüelleri, Şamanizm, Budizm, Mani, Mazdek, Zerdüştlük, gibi uzak ve Orta – Asya kültür ve kültleri İslami şemsiye altında Anadolu’ya taşınır. Anadolu’daki Rum, Ermeni, Kürt, Zaza halklarının inanç ve kültürleriyle yeniden entegrasyona girer. Türk Heterodoksisi Anadolu’daki antik kültür ve inançlarla, Heterodoks Hıristiyan’lık, Monophizm – Nestorianiz, Yezidilik, Mecusilik, Süryanilik, Paulikienizm – Bogomilizm gibi çeşitli inanç sistemlerinin öğeleriyle harmanlanır, yeniden biçimlenir ve sonucunda: “Bir yaşam biçimi bir inanç sistemi, bir toplumsal yapılanma düzeni” haline gelir.

Orta – Asya’daki Gök – Tapınaklarındaki mimari özellikler ve dini ritüellerin benzer özelliklerini Anadolu’da Hitit Tanrı – Evlerinde de görmekteyiz. Örtüşen bu iki tarzı sentez olarak da Cem Kültür Evlerinde somutlaşmıştır. İslam – Türk Heterodoksu dediğimiz Alevilik insanlığın ortak evrensel değerler yumağıdır. Bu yumak çözüldüğünde görülecektir ki, Çin Seddi’nden Tuna boylarına, Kafkasya’dan Mısır’a Yemen’e kadar uzanan coğrafyayı kaplayan devasa bir örümcek ağıdır. Ama renga – renk bir Türkmen kilimi gibi işlenmiş, dizayn edilmiş, dokuları uyumlu biçimlenmiş bir yeryüzü örtüsü. Ulusal renklerin olduğu bu evrensel inanç, Alevilik İslam merkezlidir. Örümcek ağındaki çekilen iplik nasıl merkeze doğru hareket ediyor. Yani kaynağını Kuran’ı Kerim’den almaktadır.

Abbasiler döneminde de Hz. Ali soylularına göz açtırılmaz. Onlar da Abbasi iktidarına karşı yer yer başkaldırır.

Abbasi halifesi Memun; 24 Mart 817’de Mervan’de görkemli bir tören ile ırsı varis olarak 8. İmam Ali Rıza’yı halife tayin eder. Halife Memun’un akrabalı ve Abbasi soyluları bu durum karşısında direnişe geçerler. Abbasi komutanı direnişi bastırmalarına rağmen Halife Memun bu olaylardan ürkerek, İmam Rıza’yı 5 Ekim 818 günü zehirleterek öldürtür. İmam Rıza’nın bütün akrabalarını da Deylem bölgesine sürer. Bu olay Alevi tarihi açısından önemlidir.

Battal Gazi’nin dedesi Ali’yyüz Zahid – Medeni 8. yüzyılın son çeyreğinde (775 ?) Malatya’ya gelerek yerleşir. 4. İmam Zeynel Abidin’in oğlu Zeyd’in soyundan gelen ve Anadolu’da “Üç Seyyid Ocağı” çıkaran; Muhammed il – Aksasi’nin oğlu Ali – yyül Medeni ve Amcası El – Hasan – üz Zahid; Medine’nin Aksas Köyü’nden Malatya’ya gelirler. Bu iki Seyyid Ailesinden; Ağu içen Ocağı, Mineyik Ocağı ve Veli Baba Ocağı çıkar ve soyları da bugüne kadar gelir. Bu ocaklar Anadolu’nun ilk dede ocaklarıdır. Bu üç ocak da önemli bir işlev görmüşlerdir.

Battal Gazi, Malatya merkez olmak üzere Ankara’dan Varto’ya, Adana’dan Kürtüm’e kadar olan bölgede Ehlibeyt inancını yayıyor. 9. ve 10. yüzyılda bu bölgede İslam yaygınlaşıyor. Yöreye Türkler de gelerek koloniler halinde yerleşiyor.

Yukarı Fırat Havzası’nda bu dönemde Heterodoks Hıristiyan olan ve Pavlikenler denen bir halk yaşamaktadır. Bu halk Araplarla birlikte olup zaman zaman Bizanslılara karşı savaşmışlardır. Doğanşehir, Arguvan yöresinde yerleşik olan bu Pavlikenler, bir ara Divriği’yi başkent yaparak bir devlet kurarlar.

Battal Gazi destanların baktığımızda; Abdülvehhab Gazi Anadolu’ya gelen ilk Türk beyidir, Ahmet Turan Rum asilzadesidir, Şemmas Pir bir rahiptir, Eflehun, Rabi, Kaytur, gibileri Hıristiyandır, yine Mah Piyruz, Gülendam, Aden Banu, Ketayun adlı kadınlar Hıristiyan bey kızlarıdır. Tüm bunlar şu husus göstermektedir ki, Battal Gazi’nin Alevileştirdiği halk Pavlikenlerdir. Bu Pavlikenler dediğimiz halk bugünkü Zazalar’ın atalarıdır.

Bizanslılar kendilerine karşı olan Pavlikenler 9. 10. 11. yüzyıllarda sürekli savaşarak Fırat ve Kızılırmak boyundaki kale ve yerleşim birimlerini yerle bir ederek bir çoğunu yakalayarak Trakya ve Balkanlara sürer. Bizanslıların elinden kurtulanlar da Munzur Dağları’na sığınırlar. Bu gün Tunceli bölgesindeki Zazalar bunlardır. Nuri Dersimi’de atalarının Bizanslılarca Trakya’ya sürüldüğünü “Dersim Tarihi”nde Atalarının Balkanlar’a sürülen Pavlikenler Heterodoks Hıristiyan özelliklerini koruyarak Bogomiller olarak yaşamlarını sürdürürler. Sarı Saltuk ile birlikte Anadolu’dan giden bu halk Alevileşir, Bektaşileşir. Bogomiller Şeyh Bedreddin Hareketinin kaynağını oluşturur. Samsat – Adıyaman – Maraş bölgesindeki Alevileşen Pavlikenler ise Baba İshak hareketini Türkmenler ile gerçekleştirenlerdir

Aleviliğin Mezopotamya kökenli ve Zerdüşt, Yezidi inançlı sayan araştırmacılar Kürt Tezini savunmaktadırlar. Bu yanlış bir tezdir. Eğer bu görüş doğru olsaydı; bugün Kürtlerin çoğunluğu Alevi olurdu. Halbuki Kürtlerin % 90’nı Sünni ve Şafidir. Kuzey Iraktaki Kürtler, Doğu ve Güney Anadolu’daki, İran’daki Kürtler Sünni’dirler. Bu görüş, “Alevilik İslam dışıdır” ve “Alisiz Alevilik” tezleri; bir amaç için ortaya atılan ve bulanıklık yaratan ve “belirli odaklara” dayalı ve mali destekli stratejilerdir. Bu gün bu tezler tutmamıştır, ama yarın bu mikrak ve uzantıları yeni görüşler ortaya atacaklardır. Bu nedenle Aleviler dikkatli olmalıdırlar ve Provokasyonlara gelmemelidirler.

9. yüzyıl sonrası Orta – Asya’ya Türk boylarına sığınan Hz. Ali soylu seyyidler, “Kam ve Şaman”ların yerini alarak ve Türkler tarafından da “ulu, kutsal kişi” kabul görerek; İslamiyet ile eski Türk inançlarını bağdaştırmışlardır. Türklerdeki “ocak kültü” geleneği yerini “Seyyitlerin evleri yani ocakları” bıraktı. Dini otorite olan bu müştehid seyyidler, önce kendi evlerinde müritlerini eğitirler daha sonra dergahlara bu okulları taşıyarak geniş halk kitlelerine ulaşırlar. Orta – Asya’da en önemli tasavvuf ekolü “Hace Ahmet Yesevi Ocağı”dır. 90. 000 müridi yüzlerce halifesi olduğu rivayet edilmektedir. Yine Ahmet Yesevi’nin mürşidi olan Arslan Bab (baba)’ın Farabi’nin de doğum yeri olan Ottar’daki dergahında binlerce Sufi yetiştirildiği rivayet edilmektedir.

XIV. yüzyılda yeniden Timur tarafından yapılan Hace Ahmet Yesevi Türbe ve külliyesi 8 bağımsız bölümden oluşan bir cemevi niteliğindedir. Çapı 2. 45 m. ve ağırlığı 2 ton olan kazan, Hacı Bektaş Dergahı’nda ki Kara kazan geleneğinin başlangıcını oluşturur ki; Türklerdeki dini törenlerde kesilen ve hiç parçalanmadan pişirilen kurbanlık hayvanların konduğu kazanlarında Alevi inancına taşınan bir görsel görünümüdür.

Çorum – Amasya – Tokat – Samsun yörelerinde yaptığım araştırmalarda “ölü darı ve erkanı” ya da “ölüyü dardan indirme erkanı” tören ve şölenleri, yapılan dini ritüeller; Hitit Tanrı – Evlerinde yapılan dini ayinlere ve ölü kültü tören ve şölenlere benzediği gibi Gök – Tapınaklarındaki dini vecibelerle de uyuşmaktadır. Demek ki Orta – Asya ve Anadolu’daki dini gelenek ve görenekler örtüşerek Aleviliği yapılandırmışlardır. İşte Ateş ve Ocak kültü de böylesi bir kültür ve inancın devamıdır.

Anadolu’da ilk ocak sayısı 12 olarak kabul edilir ki; on iki imamlara izafeten böyle kabullenmiştir. Anadolu’daki ilk ocak kurucuları 4. İmam Zeynel Abidin’in oğlu Zeyd soylularıdır. Bunlar; Battal Gazi Ocağı, Mineyik (Ebül Vefa) Ocağı, Ağuçan ve Veli Baba Ocaklarıdır.

12. yüzyıldan itibaren ocak sayısı giderek artar. Elbistan’da dede Gargın Ocağı, Baba İshak Ocağı, Baba İlyas Ocağı (Amasya), Şeyh Hasan Ocağı, Şeyh Ahmed Ocağı, Şıh Bahşiş Ocağı, Baba Mansur, Kureyşan Ocakları gelir.

Babai hareketinin yenilgisinden sonra Hace Bektaş Veli yeniden Alevileri organize ederek, ocakları bölge ve yörelere göre etkinlik alanları kurarak yeniden örgütler. 1240 – 50’li yıllarda ocak sayısı 40 olur. Nüfusun çoğalmasıyla 120 çıkan ocak sayısı bilahire 186’ya kadar çıkar. Vergi vermemek ve Askere gitmemek için para ile Osmanlı İdarecilerinden “sahte seyyid şecereleri” alınarak çeşitli tarikatlara mensup ocak, tekke, zaviye, hankah çoğalır. 19. yüzyılın sonralarında Alevi – Bektaşi tekke ve zaviyeleri 1500’ü bulur. 1000’i aşkın ocak türer. 3700 civarında Alevi – Bektaşi türbe, tekke, ziyaret ve adak yerleri olur. 21. yüzyıla girdiğimiz bu günlere dek Alevi Dede Ocak sayısı kesin olarak belirlenememiştir.

Alevi ocakları 1250 – 1527 / 8 yılları arası “Velayet – Serçeşme – yani Mürşid-i Kamil Makamı” olarak Hacı Bektaş-ı Veli Ocağı / Dergahına; Mürşid Ocağı – Pir Ocağı – Rehber Ocağı hiyararşisiyle bağlıdırlar.

Hacı Bektaş Ocağı Postnişini Kalender Çelebi isyanı sonrası ve katliamıyla birlikte bu Alevi Ocakları örgütlenmesi biter, içe kapanır, yerelleşir.

Osmanlı yönetimi kim olduğu bilinmeyen sersem Ali Baba diye birisini 1558 yılında Hacı Bektaş Dergahına “Dedebaba” ünvanıyla postnişin atar. Dergah iki başlı bir müessese oluşur: Birisi Hacı Bektaş soylu çelebiler, ikincisi Osmanlı yanlısı Bektaşi Tarikatı Dede Babaları. 1826 Yeniçeri katliamına değin bu durum devam eder ve bu tarihte bütün Alevi – Bektaşi tekkeleri kapatılır. Gizliliğe bürünen Alevi Ocakları illegal çalışır.

Türkçülük ve Milliyetçilik hareketlerin gelişimiyle Alevilik ve Bektaşilik tekrar canlanır. Jön Türkler ve İttihat Terakki Cemiyeti örgütlenmesi ile Alevilik önem kazanır. Baha Sait Beye Alevi raporu hazırlattırılır. I. Dünya Savaşı başlamasıyla birlikte Hacı Bektaş Çelebisi Ahmet Cemalettin Çelebi’ye Padişah ve İttihat Terakki önderleri Alevileri örgütlemesini yaptırır. Bu nedenle bir çok yerde toplantılar düzenlenir. 1915 Güzünde “Mineyik Dedeler Kurultayı” dediğimiz, Malatya’nın Arguvan – Mineyik köyünde 50’ye yakın seyyid – Dede Ocağının katıldığı bir toplantı düzenlenir. Bu kurultayda Dede Ocakları hiyerarşisi yeniden yapılandırılır. Bu toplantıda Hüseyin Doğan da küçük yaşta olmasına karşın Mürşit seçilir.

Kurtuluş Savaşı döneminde ve Cumhuriyet dönemin başında yine Alevileri ön planda görmekteyiz, fedakar ve feregatla çalışmaktadırlar. Teşkilat-ı Mahsusa’nın önemli elamanları Bektaşi – Alevi kökenlilerdir. İstanbul’da Bektaşi Tekkeleri üs olarak kullanılarak Anadolu’ya Kuvayi Milliye yanlıları kaçırılır. Silah ve cephane sevk edilir.

Kurtuluş Savaşında ve Cumhuriyetin kurulmasında Alevilerin büyük emekleri vardır.

Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyetin kuruluşunda Aleviler olmalarına karşın bir müddet sonra Devletten dışlanarak Sünniler egemen olmuşlardır. Alevilere yine baskı uygulanarak yok sayılmışlardır.

kaynak İSMAİL ONARLI

WordPress.com News

The latest news on WordPress.com and the WordPress community.

Alevi Kütüphanesi

Bismişâh Allâh Allâh Gerçeğe Hû