Aylık arşivler: Ağustos 2013

pir sultan ocağının tarihsel gelişimi

Pir Sultan Ocağı 1. Ocak Nedir? Ocak deyimi, sözlük anlamı bağlamında kısaca tanımlanacak olursa; 1. Ateş yanan/yakılan birim, 2. Yemek yapılan yer ya da aygıt, 3. Köylerde “evlik” denilen büyük odalarda ısınmak için başında toplanılan yer, 4. Oturma ve barınma yeri, 5. Ev, yurt, yuva, sıla, 6. Maden çıkarılan yer, 7. Belli bir amaç doğrultusunda oluşturulan, toplanılan ve görev yapılan kurum/örgüt, 8. Geleneksel olarak belli bir işi gören aile çevresi anlamlarına gelmektedir.[1] Anlamlarına baktığımızda, kavramda belli bir anlam yoğunluğunun göze çarptığını söylemek gerekir. Alevi-Kızılbaş toplumunda ise işlevsel olarak ocaklar, Alevi-Kızılbaş toplulukların inanç boyutuyla bağlandığı, yılın belli dönemlerinde bu toplulukların “görgü”sünü ve “sorgu”sunu yapmakla yükümlü olan, toplumu aydınlatma, sorunları çözme ve yönlendirme sorumluluğunu taşıyan, toplumun düşünce, bi-linç/inanç ve kültür dünyasını sürekli geliştiren ve anlamlı kılan, merkezi yapının oluşturduğu kurumlardan kendisini soyutlamış[2], bu topluluklarda çeşitli yaptırım, yol ve yöntemlerle toplumsal ilişki ve işleyişin düzenli yürümesini sağlayan -ya da bir deyişle aksamasını engelleyen- kurumlardır.[3] Alevi tarihi ve kültürünün açıklanması bakımından Alevi-Bektaşi ocaklarının oluşumu, geli-şimi, dağılımı ve etkinliğini irdelemek önem taşımaktadır. Ocakların, Anadolu’da yaşanan toplumsal dönüşüm ve yeniden yapılanmanın etkisiyle, özellikle Osmanlılar’ın ilk döneminde ortaya çıkmaya başladığı söylenebilir. Sistemin adım adım kurumlaşarak ortodoks bir çizgi üzerine oturması ve heterodoks topluluklar olarak tanımlayabileceğimiz Alevi-Bektaşi-Kızılbaş toplumunun merkezi sistemden kopmasıyla oluşan o yoğun baskı ortamında, sürekli yaşanan kaç-göç sonucu, bir bakıma zorunlu olarak dedeliğin/pirliğin/babalığın “soy” yoluyla işlevini sürdürür hale geldiği görülmektedir.[4] Ortaya çıkan ocakların yaygın biçim-de o dönemlerde yaşamış kişilere dayanıyor -yani o dönemlerde yaşayan kişiler üzerinden yürüyor- olması bunun açık gösterge ve kanıtlarından biri sayılabilir. Bu dönem genel olarak 14. ve 16. yüzyıllar arası biçiminde belirlenebilir. Yani mevcut yapıya bakıldığında bugün ocaklara temel teşkil eden baba, dede, eren ve halifelerin ağırlıkla bu dönemlerde yaşadıkları, yaygın oluşumun bu dönemlerde gerçekleştiği görülüyor. Bu durum Anadolu’da konar-göçer toplulukların adım adım yerleşikliğe geçişiyle de ilgili görünmektedir. Önemli toplumsal işlevleri olan bu tür kurumlara yerleşikliğe geçen toplulukların gereksiniminin arttığı açıktır. “Soy yolu”yla “sürek sürdürme” geleneği öncesi, yani ocak oluşumları gerçekleşmeden önce bu görevlere, bilgi, görgü, birikim, ve olgunluk ve önderlik yeteneği gibi büyük önem taşıyan yeteneklere ve bu yükü kaldırabilecek direnç kapasitesine sahip kişilerin, “yol”u temsilen genellikle halifelik yoluyla atandığı bilinmektedir. Değindiğimiz gibi bunlar giderek belli bir süreç sonunda “ocak” haline gelmiştir. Sözgelimi Hacı Bektaş’ın ve Erdebil dergahının görevlendirdiği halkı irşad etmekle yükümlü bulunan halifeler bu duruma ilginç bir örnek olarak gösterile-bilir.[5] Bunların bir bakıma düzenin kuşatması ve koşulların dayatmasıyla süreç içerisinde ocağa dönüşümü ise üzerinde durulması gereken bir başka önemli boyuttur. Özellikle Osmanlı dönemindeki oluşum ve koşullarda, bu yapıyı -dedelik kurumunu- kurumsal olarak de-netleyen müdahele edilebilen ve yönlendiren yaygın ve sistematik ilişkiler ağı ve bir denetimci kurumun olmayışı -ya da olamayışı-, “sır”rın[6] açığa çıkmasıyla egemen kesimlerin saldırısına maruz kalma endişesi, bu nedenle korku ve tedirginlik içinde yaşanması, diğer önemli ayrıntılar olarak karşımıza çıkmaktadır.[7] Genel durum böyle olmakla birlikte, yaygın olmasa da “ocak kültü”nün Anadolu’da ilk ortaya çıkışının “Horasan Erenleri” denilen “erenler”e dayandığı ya da bir başka deyişle, bu erenlerin bugünkü bazı ocakların ilk “nüve”leri/dayanakları olduğu ve bu erenlerin etkinliği üzerinden “Horasan kültü”nün Anadolu Alevi-Bektaşi toplumu üzerinde derin izler bıraktığı söylenebilir.[8] Değindiğimiz gibi yaygın oluşumların ise, tarihsel verilerden anlaşıldığı kadarıyla daha sonraki dönemlerde -özellikle 15 ve 16. yüzyıldan sonra- gerçekleştiği görülmektedir.[9] ——————————————————————————– Bu erenler, göçebe, yarı göçebe ve yerleşik topluluklar arasında büyük ün ve etkinliğe sahip Dede Garkın,[10] Baba Resul/İlyas, Baba İshak, Hacı Bektaş, Sarı Saltık Sultan, Sultan Mahmud Hayrani, Barak Baba, Kızıl Deli/Seyyit Ali Sultan, Haydar Sultan, Sarı İsmail Sultan, Karadonlu Can Baba/Kara Pirpat Sultan,[11] Ulu Abdal, Kiçi Abdal, Karaca Ahmet Sultan, Şah İbrahim Hacı, Abdal Musa, Baba Taptuk/Taptuk Emre, Geyikli Baba, Garip Musa, Dede Sultan,[12] Sultan Samut, Baba Mansur, Koçum Seydi/Koçum Baba, Derviş Cemal/Cemal Seyyid Sultan, Resul Baba Sultan, Güvenç Abdal, Hacım Sultan gibi babalardır.[13] Bu, “Baba” “Dede”, “Sultan”, “Abdal” ve “Derviş” adlarıyla anılan erenlerin “ocak kültü”nün güçlü olduğu, “od”un -yani ateşin-, yanan/tüten ocakların kutsal sayıldığı bir gelenekten geldiği açıktır. Bunların adlarındaki bu ayrıntı özellikle önemlidir; İslamiyet öncesi içinde bulundukları inanç sistemi ve gelenekle bağlarını göstermesi açısından özenle üzerinde durulması ve ayrıca değerlendirilmesi gerekir. Dikkatle irdelendiğinde, bu erenlerle ilgili günümüze gelebilen söylence ve menkıbelerin bağrında, İslamiyet öncesi birçok motifin gizlendiği görülmektedir. Bu bakımdan “Horasan ya da Horasan Erenleri Geleneği” olarak niteleyebileceğimiz Alevi-Bektaşi inanç dünyasındaki bu gelenekte, Horasan’a da kutsal bir niteliğin yüklendiği ve bir anlamda “erenlerin anavatanı” olarak algılandığı görülüyor. Heterodoks topluluklar dışında, başka inanç sistemlerine mensup topluluklarla da -özellikle Hrıstiyanlık içindeki aykırı akımlarla- yakın ve iyi ilişkiler içinde bulunan bu babaların, onlar üzerinde de önemli etkileri olduğu bilinmektedir. Fakat burada üzerinde önemle durulması gereken bir olgu bulunmaktadır. Kendi dönemlerinde bir çeşit bilinç taşıyıcısı ve aydınlatıcı konumunda olan bu “babalar”ın bütün etkinliklerine, saygın konum ve yol önderliklerine karşın, henüz o dönemde -yani yaşadıkları sırada- “ocak” haline gelip gelmedikleri tartışmalı bir konudur. Bize göre “ocak” haline gelmeleri Alevi-Bektaşi deyimiyle “Hakk’a yürüme”lerinden -yani ölümlerinden- çok sonra gerçekleşmiştir. Dikkatle bakıldığında bu gerçek kolaylıkla görülebilir. Sözgelimi “Hacı Bektaş Ocağı”nın oluşumu bunun çok açık örneklerinden biridir. Bu yöndeki oluşumun en önemli nedenlerinin başında kuşkusuz dönemin karmaşık, çatışmalı, göç ve kıyımlarla dolu ortamında yerlerinin kolaylıkla doldurulamayışı gelmektedir. Şah Haydar ve Şah İsmail Hatayi’nin büyük etkinliğiyle birlikte Anadolu’daki ocakların özellikle 15. yüzyılın ikinci yarısından itibaren iki büyük merkeze bağlandığı görülmektedir. Bunlar, Erdebil ve Hacı Bektaş dergahlarıdır. Eğilimin, etkinlik durumuna, baskın ilişkilere göre yer yer değiştiğini de söylemek mümkündür. Birbirine son derece saygılı olmakla birlikte duruma göre bir kısım ocakların Erdebil dergahına,[14] bir kısım ocakların Hacı Bektaş dergahına bağlandıkları görülüyor. Sonraki dönemlerde buna Şücaaddin Veli Ocağı’na bağlı olarak oluşan[15] Hasan Dede dergahının eklendiği de söylenebilir.[16] Sözgelimi Tokat bölgesindeki tanınmış ocaklardan Hubyar ocağının, Tahtacı ocaklarından Yanyatır ve Hacı Emirli ocaklarının ve Anadolu’daki diğer birçok ocakların bağlandığı merkezler konusunda farklılıklar bulunması, bu durumun açık bir örneğidir. Bu ocaklar arasında Malatya bölgesinde bulunan Mineyik Ocağı gibi başına buyruk bir görünüm sergilemeye çalışanlar da vardır.[17] Kırsal alan Aleviliğinde ocakların iki büyük öbeğe ayrıldığı görülüyor. Bunlar; 1. Mürşid Ocağı, 2. Pir/Dede Ocağıdır. Bunlar dışında rehberlik kurumu, bazı çevrelerde ocak olarak algılansa ve değerlendirilirse de bizim yakından gözlemlediğimiz alanlarda “kapı” olarak adlandırılmaktadır. Sözgelimi “Rehberlik Kapısı” gibi… Özellikle Orta Anadolu Alevi topluluklarında yaygın olarak bu deyimin kullanıldığına tanık olduk. Bu alanlarda, örneğin bir Aleviye, dedesinin/pirinin kimliğine ilişkin “hangi ocağa bağlısın?” şeklinde soru sorulurken, rehberle ilgili olarak “rehberlik kapısı”nın kim olduğu sorulmaktadır. Bir başka deyişle, rehberlik ocağının kim olduğu şeklinde bir sorunun sorulmadığı görülmektedir. Bu durumdan “rehberlik kapısı”nın “ocak” olarak algılanmadığı sonucu çıkarılabilir. Çünkü ocak olarak algılansa, doğrudan bu şekilde tanımlananacağı da açıktır. Bu bağlamda rehber kapısının ocak olarak algılanması ve tanımlanmasının isabetli bir yaklaşım olup olmadığı üzerinde düşünmenin yararlı olacağı kanısındayız. 2. Pir Sultan Ocağı: Pir Sultan Abdal, bugün “Pir Sultan Ocağı”[18] olarak bilinen ve merkezi Yıldızeli-Banaz köyünde bulunan Pir Sultan Ocağı’nın kurucusu ve ilk piridir. Pir Sultan ocağının yapısına baktığımızda, Pir Sultan Abdal’ın aşıklığı/cem törenlerinde zakirliği yanında, aynı zamanda “dedelik” gibi bir işlevinin bulunduğu da açıkça anlaşılmaktadır. Şurası belli ki, değindiğimiz gibi Alevi-Bektaşi geleneğinde dedelik kurumunun ocak oluşumlarıyla birlikte ortaya çıktığı,[19] bu ocakların ise daha önce kimi tekil örneklere de rastlanmasına karşın, ağırlıkla Hacı Bektaş ya da Erdebil derga-hının çeşitli bölgelere gönderdiği ya da o bölgelerde görevlendirdiği[20] -çoğunlukla da o bölgelerin yerlisi olan- halifeler yoluyla oluştuğu bilinmektedir.[21] Nitekim Pir Sultan Abdal’ın şu dörtlüğü bu durumu kanıtlayan örneklerden biridir: “İçerü girince beli Hak derler / Dışarı çıkınca ikrar yok derler / Senden gayrı halifeler çok derler / Verdiği ikrardan dönüyor talip.” Bilindiği gibi “halifeler”, Pir Sultan’ın yaşadığı 16. yüzyıl ve öncesinde Anadolu’da Alevi-Kızılbaş topluluklarının başında bulunan, onları denetim altında tutan ve yönlendiren inanç önderleri ya da “inançsal öncü-yöneticiler”dir.[22] Dergahların etkin olduğu, topluluklar üzerinde inançsal denetimin yoğun sürdüğü dönemlerde, toplum üzerinde etkin ve bilgisi, görgüsü yetkin olanların, yani bu göreve her bakımdan uygun olanların halife tayin edildiğini verilere bakarak söylemek olanaklı. Bunların köken olarak da, genellikle içinde bulundukları topluluklarla aynı kökenden geldikleri döneme ilişkin kaynaklardan anlaşılıyor. Bununla birlikte “gönül kalsın yol kalmasın”, “yol cümleden uludur” deyimlerinde de belirtildiği gibi, sık rastlanan bir durum olmasa da halifelik görevini gerektiği gibi yerine getiremeyenlerin bu görevden geri çekildiği de söylenebilir. Pir Sultan Abdal, Sivas/Urum bölgesinde halifelik yoluyla de-delik görevi üstlenen tek örnek değildir. Sözgelimi, yine bölgenin tanınmış ocaklarından Hubyar Sultan Erdebil dergahına, Garip Musa ise Hacı Bektaş dergahına bağlı halifelerdir.[23] Ocakları da bu halifelik bağı yoluyla oluşmuştur. Bu ve benzeri halifelerin soyundan gelenler üzerinde, koşulların etkisiyle, sonraki süreçte bu dergahlar tarafından yeterince denetim yapılamadığı ve birçoğunun günümüzde de soy sürme yoluyla dedelik yaptığı görülmektedir. Bu oluşumun eski Türkmen geleneğine, Asya, Kafkasya, Önasya ve Anadolu’daki değişik inanç sistemlerindeki benzeri kurumlara uygun/denk düştüğü, aynı zamanda aşiret geleneği içerisinde yer yer, -“dede-beğ”, “dede-abdal”, “dede-halife”, “ba-ba”, “pir-abdal”[24] gibi sanlarla/deyimlerle de anılan- danışma, dayanışma ve sorunların çözüm merkezi durumunda olan aşiret ulularının[25] inanç sistemlerinin merkezinde bulunan “Kamlar”, “Şaman Kocaları”, “Baksılar”[26] ve benzeri öncülerin yerini doldurduğu daha sonraki süreç içerisinde ise toplumsal koşulların etkisiyle giderek kurumlaşan bu yapının, toplumun gereksinim-lerine denk düştüğü ve etkin bir yönlendirici kurum haline geldiği açıktır. Zaten, sistemle barışık olmayan Alevi-Bektaşi toplumunu çok yönlü kuşatarak sıkı bir şekilde izleyen ve ortodoks düşünce anlayışı üzerine oturan kurumlarıyla baskı ve kıyımı gelenek haline getiren Osmanlı toplum düzeninde, karşı düşünce/karşıt kurumlar bağlamında başka türlüsü de olamazdı. Bu, bir bakıma bütün kuşatmalara karşı inatla direnen, ısrarlı dönüştürme çabalarına karşın değerlerinden vazgeçmeyen –ya da yaşam biçimiyle uyuşmayan, kendine yabancı değerleri benim-semeyen- ve karşı düşünce -heterodoks düşünce- zemini üzerinde oturarak kendini sistemin kurumları ve ilişkilerinden dışlayan bir toplumun gereksinim duyduğu iç denetim ve birliği sağlayıcı, çö-züm üretiminde başvuru merkezi ve dayanak olan, aynı zamanda toplumda denge unsuru bir yapıdır. Açık ki, toplumun gereksinimlerine denk düşmeyen -işlevsel niteliği olmayan- bir yapıyı oluşturmak, kurumlaştırmak ve gele-ceğe taşımak mümkün değildir. Bir yapı kurumlaşarak toplumda etkin hale gelmişse, bu gereksinimleri karşıladığı içindir. Ayrıca önemli bir durumu belirtmek gerekir ki, bütün olumsuzlukları bağrında taşıyan o koşullar içerisinde her biri bir yanda bulunan ocakların bağlı bulunduğu ilgili dergahlar tarafından sürekli gözetlenmesi ve denetiminin yapılarak gerekenin -başka bir deyişle görevini gerektiği gibi yerine getiremeyenin- yerine yeni atamalar yapılması da oldukça zordur. Özdenetimi sağlama, dışsal etkenlere karşı ayakta kalma, toplumsal bilinci ve direnci diri tutma bakımından önem taşıyan bu kurumlar, egemen yapıdan bütünüyle uzaklaşmış;[27] kapalı kır toplumlarına özgü yapılanma içerisinde olan Alevi öğretisi ve toplumu açısından oldukça anlamlı ve önemlidir. Ayrıca bu yapının Alevi kimliğinin oluşumu, bu kimliğe ilişkin değerlerin korunması ve geleceğe taşınmasında da temel unsurlarından biri olarak karşımıza çıktığı görülmektedir.[28] Merkezi ve yerel yöneticilerden uzak durma çabasıyla birlikte, böyle bir toplumsal yapılanma ve ilişkilerin, aynı zamanda Alevi-Bektaşi düşünce/inanç sistemini kırsal alanlarda/köy toplumunda kapalı toplum sistemi haline getiren özellikleri bünyesinde taşıdığını da bu arada belirtmek gerekir. Yaşama biçimi ve düşünce/inanç dünyalarının doğal gereği olarak yol kurallarına uygun biçimde, sürekli birbirini denetleyen ve sorgulayan kırsal alan Alevi-Bektaşi toplumunun bu yapılanması içinde eşitlik, hakyemezlik ve barış içerisinde bir arada yaşama kültürü ve “eline, diline, beline sahip olmak” biçiminde özetlenen değerlerin[29] her zaman baskın ve belirleyici değerler olageldiğini özellikle vurgulamakta yarar var. Bunların, Alevi toplumunun değişmeyen yazılı kuralları olmayışı, egemen unsur olamayışı ve bir bakıma dar bir alanda zorunlu kapalı toplum haline gelişi ve bu tür kurumların oluşumundan kaynaklandığı da düşünülebilir. Bu durum, Alevi düşünce sistemi, bireysel ve toplumsal davranış biçimlerini, ortodoks yapılanma ve düşünce sistemlerinden farklı kılan ve içinde bulunduğu koşullarla bütünleştiren bir özelliktir ve aynı zamanda kırsal alanda toplumsal ilişkilerin şekillenmesini de sağlayan önemli unsurlardan biridir. Bu yapılanma içerisinde “düşkünlük kurumu” olarak adlandırılan kurum yoluyla, barışçıl yöntem ve yaptırımlar kullanılarak toplumsal ilişkilerin belli bir düzen içinde yürümesi sağlanmış, “yol”un getirdiği kurallara uymayanlar, yine barışçıl dışlama yöntemiyle tüm toplumdan “rızalık” alınana dek, bir anlamda ders verici bir şekilde cezalandırılmıştır.[30] Alevi yaşam biçiminde belirleyici bir yeri olan dedelik/pirlik kurumunun oluşum ve kurumlaşma süreci, kimi araştırmacıların vardığı sonuca göre de; “Anadolu’ya göçler sonrasında heterodoks şeyh ve dervişlerin öncülüğünde gerçekleşen kolonizasyon hareketiyle[31] yakından ilişkilidir. Her ne kadar dedelik kurumunun oluşumunu ortaya koyan tarihsel veriler sınırlı ise de,[32] bugün halâ yaşayan Alevi ocaklarında yaşamakta olan bu dervişlerin adları, bu ilişkiyi büyük ölçüde doğrulamaktadır. Alevi ocaklarının adlarında bu yarı-savaşçı, kolonizatör dervişlerin adları yüzyıllardır yaşamaktadır… Bu dervişlerin adlarını taşıyan Alevi ocakları, onların kutsal kimlikleri[33] çerçevesinde ortaya çıkmış ve soylarından gelenlerce de bu ocak geleneği sürdürülerek bugüne kadar gelmiştir.”[34] Bu yapı içinde ortaya çıkan Pir Sultan ocağı temsilcilerinin, günümüzde Hacı Bektaş dergahından icazetle dedelik yaptığına bakılırsa, döneminde güçlü bir aşık/zakir olan Pir Sultan’ın da Hacı Bektaş dergahından icazetle halife/dedelik yaptığı sonucuna varılabilir. Böyle bir durum gelenekle de uygunluk içindedir.[35] Bu halife/dedeliğin başladığı dönem de büyük bir olasılıkla 16. yüzyılın ilk çeyreği -Balım Sultan ya da Şah Kalender dönemi- olmalıdır. Pir Sultan’ın, yöresel söylenceyle “pir elinden dolu içerek” aşıklığa başladığı dönem ve deyişlerindeki ipuçları da bu yöndedir. Çünkü bu dönemden sonraki yaşanan gelişmeler ve Hacı Bektaş dergahının Şah Kalender olayı sonrası uzun süre kapalı kaldığı, ilgili çevrelerin dikkatle izlendiği, baskı altında tutulduğu, sürüldüğü ve öldürüldüğü, ayrıca Pir Sultan’ın 16. yüzyılın hemen ikinci yarısında -1560-63 yılları arasında- asılması da gözönüne alınırsa, olasılıklar bütünüyle bu dönemde yoğunlaşmaktadır. Bugün Pir Sultan soyundan gelenlerce, Pir Sultan ocağının görev ve yetki alanının Hacı Bektaş dergahı tarafından belirlendiği ve bu durumun dergahtaki kayıt defteri olan “Kara Kütük”e[36] kayıt edildiği, sözlü olarak aktarılmaktadır.[37] Bu da yukarıdaki tespitlerimizle örtüşen/onaylanan bir durumdur.[38] Bugün Pir Sultan soyundan gelenler tarafından, geleneğe uygun olarak Pir Sultan’ın soyu On İki İmamlardan Musa-i Kâzım’a bağlanmaya çalışılsa da[39] ocağın hangi koşullarda, ne zaman ve ne şekilde ortaya çıktığı bilinmektedir.[40] Konuyla ilgili tarihsel verilerin, olayın oluşumu ve gelişimini en azından büyük ölçüde açıklamaya yettiği rahatlıkla söylenebilir.

Alevi-Bektaşilerin Bilinmiyenleri

Alevi-Bektaşilerin Bilinmiyenleri
Degerli canlar… Alevi ve Bektaşiler hakkında pek çok bilinmeyen vardır… öncelikle ilk olarak Kurtuluş savaşında Alevi-Bektaşilerin rolü üzerine bazı gizli kalmış bilgileri sunmak istedim.. Teşkilatı Mahsusa (MİT): Alevi ve Bektaşiler tarafından kurulmuştur… Aleviler Öncelikle Kurtuluş savası süresince… İstanbul’dan Anadoluya adam ve askeri araç kaçıran gizli örgüt Mim Mim gurubunu kurmuşlardır… Mim Mim gubununda içinde yer aldığı… Teşkilatı mahsusa’nın başkanı Albay Hüsamettin (Ertürk) Bey Bektaşidir. ( Kaynak: S.N Tansu, iki devrin perde arkası Sayfa. 530) *** İstanbul’un çeşitli semtlerinde ulusal örgüt kuranların başında… Erenköy’deki Didariye Dergahı gelir… Bu dergahın başında ise Bektaşi İbrahim Mihrabı baba vardır. *** Kuzguncuk Ulusal Kurtuluş Örgütü: Kurucusu Bektaşi Ali Nutki baba’dır Buna benzer sadece İstanbul’da 14 gizli örgüt kurulmuştur.. bunlardan bazıları Topkapı’da Şeyh Abdullah tekkesi, Sütlüce’de Seyh Hüseyin baba tekkesi.. Rumelihisarında Şehitler tekkesi… Anadolu yakasında çamlıca ve Merdivenköyünde Şahkulu Tekkesi… Üsküdar tekkesi… Fakat bunlar içinde belki de en önemlisi Atatürk’ünde saklanmak ve gizli toplantılarını yapmak için gittiği yer Olan Özbek tekkesi’dir ki…. Bu tekke İsmet paşa.. Fevzi Paşa… Nurettin Paşa… halide Edip Adıvar gibi Kurtuluş savasında isim yapmış bir çok kişinin Anadoluya gizlice geçişini sağlamıştır…***Hz. Ali’nin ” ZÜLFİKAR” adlı kılıcı.. Mısır Meliki Mukavvas tarafından önce Hz. Muhammed’e hediye edilmiştir… ***Uhud savaşında Peygamber… Kendisini düşmandan Kurtarırken.. kendi kılıcı ikiye ayrılıp kırılan Ali-el Mürtezaya, Zülfikar’ı vermiştir… Bu tarİhten sonra Zülfikar’ı kuşanan olmuş… ve peygamber’in ölümüne kadar da Zülfikar ile savaşlara katılmıştır.. ***Peygamber’in vasiyeti üzerine Zülfikar … Peygamber’in ölümünden sonra kınna sokuldu ve Hz. Ali bir daha bu kılıçla savaşmadı… *** “ZÜLFİKAR” YAN YANA İKİ DİLİ OLAN BİR KILIÇTIR.. ***Bu çatallardan bir ucu “İLİM’İ” diğer ucu “ADALET”İ temsil eder… *** Bu kılıç üzerine yazılmış şiirlere “Zülfikarname” denmiş olup Bektaşi edebiyatı içinde önemli bir yer turar *** Alevi bektaşi inancında Sahib-ül Zaman 12. İmam Efendimiz Mehdi.. Zülfikar ile zuhur edecektir… Allah Eyvallah…Batı illerindeki Alevi-Bektaşi direniş kuvvetlerinin benzerleri Anadoluda da kurulmuştur. ***1 Dünya savaşının sonunda Emperyalist güçler doğudaki bir çok Şafii kürt ve ermeniyi silahlandırmış ve bunun sonucunda Erzincan da Kars da gümüşhane ve Erzurumda bir çok katliamlar olmuştur..(Ermeni iddialarının aksine asıl katliama uğrayan Bölge halkıdır bu dönemde..) *** Bölgenin işgali sonrasında Buraları savunmak yöre halkına düşmüştür… ***Bölgedeki Alevi halkın bağlı bulunduğu Erzincan, Tercan, Varto, Hınıs ve DERSİM bölgelerinde bulunan aşiretler topraklarını…. Ruslara ve Ermenilere karşı savunmak için milis alayları kurmuşlardır. **Hormek Milis Alayı… Balaban Aşiret Alayı…Çarekli Mustafa Bey… Şalavanlı Aşiret Başkanı Mehmet Ağa…. Milis Güçleri *** Kureşanlı Şah Haydar Ağa… Milis güçleri ***Bu aşiretler Mir alay Kazım (Orbay) ile birlikte olmuş ve büyük yararlılıklar göstermişlerdir. *** Vahit Paşa’nın 3. ordusu ile Balaban Aşireti Gülağa’nın 500 kişilik Milis kuvvetleri birleşince Dersim bölgesinde Ruslarla Dersimliler arasında büyük ( Pülümür-Dersim dağlarında) büyük çarpışmalar olmuş Ruslar dersime girememiştir. *** Savaşta Doğu bölgesinde işgal edilemeyen tek bölge Dersim’dir. Savaş sonrasında Bölgeden seçilen Diyap Ağa Atatürk’ün en yakın arkadaşlarından olmuş Atayı destekleyen kişilerin başında gelmiştir. Kaynak: M. Şerif FIRAT- Doğu İlleri ve Varto Tarihi. sayfa: 170 ve sonrası) Saygılarımla.. ***Bir çok yerde desteğini Atatürk’den esirgememiş olan Alevi-Bektaşilerden Atatürk kesin bir destek almak için Hacı Bektaş dergahına gitti… **** O Dönemde Çelebi Cemalettin Efendi Dede postunda oturuyordu… Cemalettin Efendi Atatürk’ü beş taşlarda dergah dışında karşıladı…Bu karşılama Alevi-bektaşilerin Ata’ya olan sevgi ve saygısını gösteriyordu *** Yapılan toplantıda Ata Alevi-Bektaşilerin desteğini istiyordu. Cemalettin efendi de yanlarında olacaklarını… Hatta (Ata Cumhuriyet fikrini ilk olarak orda söyledi) Cumhuriye’tin kurulacağı günü sabırsızlıkla beklediklerini söyledi. *** Cemalettin Efendi dergahın bütün ambarlarını ve yüklü bir parayı kurtuluş savaşında kullanılması için Ata’nın emrine vermiştir. Dersim halkı ve Ata *** Atatürk Erzurum kongresinden sonra sivas kongresine gitmek için Erzincan bölgesinde Çardaklı bölgesine yaklaşırken… Kendisine El-Aziz (Elazığ) valisi tarafından pusu kurulduğu ve öldürüleceği haberi gelir. **** Ata Fakat Ata kararlıdır. yoluna devam eder. Boğaza geldiklerinde.. Heyet pusuya düşer… Paşa bağırarak: –Ne istiyorsunuz? Kolbaşı Diyap Ağa: — Sizi yakalayıp İngilizlere teslim etmek üzere Elazığ valisinden emir aldık der.. Ata: — O halde ne duruyorsunuz? der. Diyap Ağa: –Siz bu vatanın kurtuluşu için çalışıyorsunuz.. Biz Ali Galip’i dinlemeyeceğiz.. ve sizin yanınızdayız der.. M. Kemal gülümsereyek bu yanıtı alınca tesekkür eder. ***Diyap Ağa daha sonraki dönemlerde Milletvekili olacak ve Ata’nın en yakınları arasına girecektir. Hacı Bektaş-ı Veli ***Horasan’nın Nişabur kentinde doğdu.. *** Babası İbrahim Sani (Seyid Muhammed) dir ve soyu Hz. Ali’ye dayanır. *** Annesi Ünlü alim Ahmed Amii Nişaburi’in kızı Hatem Hatun’dur.. *** Doğum tarihi tam olarak bilinememekte 1200 lü yıllarda yaşdığı bilinmektedir. *** Ahmet Yesevi’nin öğrencisi Lokman Parande’den ders almıştır.. kardeşi menteş ile Hocasının talimatıyla.. Necef-Mekke-Medine- ve Halep üzerinden Anadoluya geçmiştir. *** Anadolu Aleviliğinin Kurucusu kabul edilir ve Dört Kapı Kırk Makam öğretisi Hünkar’a aittir. *** Makalat… Vilayetname… en önemli eserleridir. Allah Eyvallah Ne çare zahide kızılbaş olduk Daima bade-i gülfam süreriz Bezmimize mahbub bir saki bulduk Onun için böyle sarhoş gezeriz Bektaşiyiz ya HU etmeyiz inkar Namımız söylenir dillerde her bar Bizlere bir mahbub olursa şikar Kırk kişiyle onu heman vururuz Harabi nedir bu melamet Efsane söyleyip uzatma kali zahid ağzı torba misali çekince yuların ağzın büzeriz.. yazan Harabi Hacı bektaş-ı Veli.. Öncelikle Afşin-Elbistan’ın Ashab-ı Keyf mağarasın’da kaldığı, daha sonra Kayseri-Ürgüp-Sineson köyü üzerinde, yedi hanelik küçük bir köy olan Sulucakarahöyük’e vardığı belirtilmektedir.. Hünkar’ı… 12 İmam’a ve de Hz Ali’ye ve dahi Peygamber’e ulaştıran Soy seceresi ise aşağıdadır. 1- İbrahim Sani Bin Hacı Bektaş-ı Veli 2-Seyyid Musa El sani bin İbrahim Sani (Seyyid Muhammed) 3- Seyyid Musa El sani 4- Seyyid Muhammed bin İshak 5- Seyyid Hasan bin Muhammed 6- Seyyid Muhammed bin Hasan 7- Seyyid Mehdi bin Muhammed 8- Seyyid Muhammed Sani bin Mehdi 9- Seyyid Hasan bin Muhammed Sani 10- Seyyid Mükerrem Mucap bin Hasan 11- İmam Musa-i Kazım bin Mükerrem Mucap (İbrahim) 12- İmam Musa-i Kazım kanalıyla Hz. Ali…Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi’nin…. Jön Türklerden Namık Kemal’in.. Şinasi’nin… ve Neyzen Teyfik’in Bektaşi olduğunu… biliyormuydunuz.. Cumhurbaşkanı cemal Gürsel’in Alevi olduğunu biliyor muydunuz? Osmanlı İmparatorluğunun asıl adının devlet-i Ali olduğunu ve osmanlı kaynaklarında “osmanlı İmparatorluğu kelimesinin kullanılmadığını …. biliyor muydunuz* Osmanlı İmparatorluğunun Kurucusu sayılan Osman bey’in asıl adının OTMAN olduğunu.. **Yeniçerilerin Pirinin Hacı Bektaşı Veli olduğunu. Pir Duası almadan savaşa gitmadiklerini….. Abdal Musa’nın ve Geyikli Baba’nın Bursa’nın fethine bizzat katıldığını… biliyor muydunuz.. ***Osmanlı Padişahlarının Yavuz Sultan Selim’e kadar Bektaşi-Alevi Ayini cemlerine katıldığını ve Alevi olduklarını biliyormuydunuz… İlk Alevi kaynakları arasında Dede Korkut kitabI’nın yer aldığını…. içinde yer alan Dualarda Hızır peygamber’den… Hz. Ali’den ve Ehl-i beyt’ten bahsettiğini biliyormuydunuz… Saygılarımla..Cumhurbaşkanı cemal Gürsel’in Alevi olduğunu biliyor muydunuz? Osmanlı İmparatorluğunun asıl adının devlet-i Ali olduğunu ve osmanlı kaynaklarında “osmanlı İmparatorluğu kelimesinin kullanılmadığını …. biliyor muydunuz* Osmanlı İmparatorluğunun Kurucusu sayılan Osman bey’in asıl adının OTMAN olduğunu.. **Yeniçerilerin Pirinin Hacı Bektaşı Veli olduğunu. Pir Duası almadan savaşa gitmadiklerini….. Abdal Musa’nın ve Geyikli Baba’nın Bursa’nın fethine bizzat katıldığını… biliyor muydunuz.. ***Osmanlı Padişahlarının Yavuz Sultan Selim’e kadar Bektaşi-Alevi Ayini cemlerine katıldığını ve Alevi olduklarını biliyormuydunuz… İlk Alevi kaynakları arasında Dede Korkut kitabI’nın yer aldığını…. içinde yer alan Dualarda Hızır peygamber’den… Hz. Ali’den ve Ehl-i beyt’ten bahsettiğini biliyormuydunuz… *** Araplar tarafından kullanılan Hicri takvim’in Hz. Ali Tarafından olşturulduğunu ve peygambere önerildiğini biliyor muydunuz? [COLOR=”Red”]*** Babasının adı Ebu Talib olarak bilinmesine karşın asıl adının Abd’ül Menaf’tır. Hz. Ali’nin Annesinin adı ise Esed Kızı Fatıma’dır.. *** Hz. Ali 598 yılında mekke’de recep ayının 13. de bir Cuma günü Kabe’de doğmuştur. ( burada doğan tek kişidir).. Ve putlara Peygamberle birlikte hiç tapmayan tek kişidir.. Mekke’nin fethinde.. Peygamberin Omuzları üstüne çıkıp bütün putları yıktığını biliyor muydunuz? (Bu nedenle bir adının da Keremeullahi-veç’dir) *** Hz. Ali’nin Talib, Akil ve Cafer adında üç erkek ve Ümmühan adında bir kız kardesi vardır…
*** Hz. Ali’nin Ünvanı Ebu’l Hasan ‘dır. Peygamber ise ona Ebu’l Turab derdi. Annesi’nin ona Haydar dediği de söylenir… peygamber tebuk savasına giderken.. onu Rıza’sını olarak yerine vekil bıraktı.. Bundan dolayı da “Murteza” denildi.. *** Ayrıca Peygamber Hz. Ali’yi Tanrı’nın Arslanı anlamında “Esedullah” diye çağırırdı.. *** ” Emir’el Miminin ” bir başka adıdır.. ** Peygamber’e ilk Biat eden ve ilk müslüman olan kişidir.. *** Şuara suresi inince akrabalarının içinde Ali’yi kendine vezir atamış ve “Ali benim kardeşimdir, vezirimdir, vasidir. İçinizde halifemdir. Ona itaat edin” demiştir. ***Hz. Celal Abbas’ın…Hz. Ali’nin.. bir Türkmen kızı Olan ve Ümmül Benin olarak bilinen Hüzam kızı Fatma’dan olan oğlu olduğunu biliyor muydunuz?..**Bilindiği gibi yeniçeriler bektaşi olup.. Hacı bektaş dede-babalarına bağlıydılar… yeniçeriler yavudan sonra pasifleştirildi.. başlarında yer alan bektaşi dede-babaları baskı altına alındı.. ve nihayetinde 1876 yılında yeniçeriler kaldırıldı.. bunla birlikte Bektaşilik yasaklandı.. Bütün bektaşi babaları hakkında ölüm fetvaları çıkarıldı.. Bu dönemlerde bektaşi tekkelerine nakşibendi dervişeri getirildi.. *** Yeniçerilerin sancaklarında İmam-ı Ali.. İmam-ı Hasan.. İmam-ı Hüseyin adları vardır.. *** Yine yeniçeri sancaklarında “la feta illa Ali laseyfe illa Zülfikar” yazardı.. *** Bir bilinmiyende Yavuzun çaldıran şavaşında Alevileri alevi-bektaşi yeniçerilere kırdırdığı yalanıdır.. Degerli canlar Yeniçeriler şah İsmail’i Çaldıranda malup edince –oradaki halkla şavaşmayıp— şah ismailin peşine düştüler.. önce İran’a sonra güneye yöneldiler Irak üzerinden Mısıra gittiler *** Anadoludaki Büyük Alevi katliamını ise Yavuzun yanındaki şehüsselem vermiştir.. Çıkarılan fetva ile şafiii kürtler Aleviler üzerine gönderilmiş.. Alevi katliamını yeniçeriler değil Bölgedeki şafii kürtler yapmıştır.. ” hala bölgede cennete gitmek yedi aleviyi öldürmek kafidir.” sözü vardır.. Bu sözler zamanın şayhüsselenmının fetvasına dayanır.. Gerçekler demine Hüü diyelim.. Saygılarımla.. Yeniçerilerin başlıkları Kırmızı Börklerden oluşuyordu.. Bu Hz. Ali’ye ve İmam Hüseyin’e olan bağlılıklarını göstermek içindi.. Ve Savaşa gitmeden önce Gülbank-ı Muhammedi’ye okurlardı… Hz. Muhammed.. Hz. Ali ve Ehl-i Beyt sevgisi üzerine olan bu GülBank-ı Muhammediye’lerden birini sizinle paylaşmak istedim.. “”.. Bism-i Şah, Allah Allah!… İlallah Baş üryan, sine püryan, kılıç al kan.. Bu meydanda nice başlar kesilür, olmaz hiç soran… Eyvallah, Eyvallah… Kahrımız, kılıcımız, düşmana ziyan, Kulluğumuz padişaha ayan.. Üçler, beşler, yediler, kırklar, Gulbank-ı Muhammed, Nur-u Nebi, Kerem-i Ali, Pirimiz, Hünkarımız Hacı Bektaş Veli Demine devranına Huuu Diyelim Huu.” Allah Eyvallah…Degerli canlar … İmam Hüseyin’in ve Ehl-i beyt’in intikamı çok uzun sürmemiş kısa zamanda alınmıştır. ***İmam Hüseyin’in Miladi 10 Ekim 680 tarihinde Kerbela da şehid edilmesi İslam dünyasında büyük infiale yol açtı.. ***Medine’de Mü’minler faziletiyle tanınan Abdullah bin Hanzala’nın etrafında toplanıp Yezid’e isyan etti.. Mekke’de ise Abdullah b. Zübeyir idareyi devralarak Emevilere karşı Kıyam hareketi başlattı.. *** Gelişmelerden haberdan olan Yezid, Medinelilere karşı Müslim b. Ukbe komutasında 10. 000 kişilik bir süvari birliği hazırladı.. İki ordu “harre” denilen yerde karşılaştı.. savası Yezid ordusu kazandı.. Süvari Birliği Mekke’ye yöneldi.. Orada da üstünlük sağladı.. Bir çok sahabe öldürüldü.. yezid’in askerleri peygamber’in mezarına yöneldi.. ve atların ayakları altında yerle bir etti.. Bütün Ehl-i Beyit.. Bu olaya tarihte “İkinci Kerbela olayı ” denir.. Bu savaşta Abdullah b. Hanzala da şehid edildi.. ***Mekke’liler ile Yezid’in askerleri arasında çıkan şavaş’ta ise çok kısa bir süre tahtta kalan yezid öldü.. Bunun üzerine askerler şam’a geri döndü.. ** Yezid’in ölümünden sonra yerine geçen büyük oğlu II. Muaviye minberde ağlayarak hilafetin Ehl-i beyt’in hakkı olduğunu söyledi ve tahtan indi.. Bunun yerine hilafet mervan oğullarına geçti… *** Mervan b. hakem Zamanında ise En büyük ayaklanma İmam Ali’ye… İmam Hasan’a ve İmam Hüseyin’e ihanet eden “Tevabun Cemati” tarafından gerçekleştirildi.. Bu topluluk yaptıkları ihanet nedeniyle pişmanlık duydu.. ve kerbela’nın intikamı için yemin ettiler… 5 bin kişilik bir kuvvetle Küfe’de ayaklanma başlattılar… Bu durumdan haberdar olan Ubeydullah b. ziyad 12 bin kişilik bir kuvvetle üzerlerine yürüdü.. ve kısa bir sürede hepsini kılıçtan geçirdi.. **** Kerbela’nın İntikamını ise Muhtar es- Sakafi aldı.. *** Kaynaklara göre Sakafi.. Taif’in önemli kabilelerinden Sakif’e mensup olup.. 622 yılında doğdu.. Sürekli Hz. Ali’nin yanında yer alan Muhtar.. Emeviler döneminde Ehl-i Beyt taraftarı olduğu için hapse atılmıştır. İmam Hüseyin ‘in öldürülmesinden sonra Abdullah b. Zübeyir’in ordusuna katılarak Emevilere karşı savaşmıştır… Sonrasında ise Medine’den ayrılarak Küfe’ye geldi.. *** Kerbela’nın İntikamı için sürekli planlar yapan es-Sekafi.. “Tevabun isyanını” gözlemledi fakat katılmadı.. Mervan’ın ölüm yerine Abdülmelik’in geçmesini bekladi.. *** Sonrasında ise.. Hz. Ali’nin Hz. Fatıma’dan olmayan oğlu Muhammed b. Nefsizzekiyye ile görüşen Muhtar .. O’nun veziri ve vekili olduğunu…. Kerbela intikamını almadan kılıcını kınına sokmayacağına yemin ederek çok büyük bir taraftar kitlesi topladı. ** 685 yılında çok büyük bir ayaklanma başlattı.. Kısa zamanda Küfe ve Kerbela’yı ele geçirdi… Buralarda Muaviye ve yezidle işbirliği yapmış ve katliama katılanları tek tek belirleyip öldürdü.. ** Sonraki dönemlerde ise hz. Ali’nin kudredli komutanı Malik el- Eşter’in oğlu İbrahim b. Eşter’de orduna kattı.. ve bir çok seferinde orduyu O’nun komutasına verdi.. ** Bu sırada büyüyen isyanı durdurmak için Emevi Hükümdarı Abdülmelik,…. Ubeydullah b. Ziyad komutasındaki askerleri Irak’a göndedi. *** Yapılan savaşta.. Kerbela’daki katlimı yapan askerlerin komutanı olan Ömer b. Sa’d. öldürüldü.. Ayrıca aynı savaşta.. İmam Hüseyin’in başını kesen Şemr b. Zi’l cevşen.. öldürüldü Kesik başı İbn Ziyad’a götüren Havli b. Yezid el Esbahi’yi de öldürüldü… *** Ubeydullah b. Ziyad ise..Ali’nin kudredli komutanı Malik el- Eşter’in oğlu İbrahim b. Eşter tarafından öldürüldü (686) ve emevi ordusu büyük bozguna uğradı.. Allah Eyvallah..Dede-baba: Ayin-i cem’lerde on iki hizmet sıralamasında birinci sırada olan Mürşitlik makamına gelmiş.. Dini Ruhani önderdir. Doğrudan doğruya soya bağlıdır. Seyid olduklarına inanılır. Yani Hz. Muhammed’in kızı hz. Fatıma-ül Zehra ile Hz. Ali’nin soyundan gelen Ehl-i Beyt neslidir. Kimi yörelerde dedelerin yaptıkları işler arasında görülen; hastalıkların tedavisi, doğaüstü mucizeler gibi olgulara bakıldığında nnesilden gelme bir ruhaniyet taşıklarına inanılır. Dede’nin temel görevi ise toplumu aydınlatmak ve örnek oluşturmaktır. Dede’nin soy şartına dayanarak üstlendiği Ayin-i Cem’deki görevinin yanı sıra aydınlatma görevini yerine getirebilmesi için “adil, bilgili,erdemli,gözü gönlü tok,kapısı ve sofrası açık olması gerekir. Çünkü dede-baba…yol açar,talipleri irşat eder,bilmeyene öğretir,aydınlatır İmam Cafer-i Sadık’ın Buyruk’unda: Bir padişah tarafından yaptırılan ve içinde acı-tatlı meyvelerin yenildiğinde insanı öldüren yada delirten meyvelerin bulunduğu örneği kullanılarak, mürşitlik rolünün altını çizer. Mürşitler; bahçenin bahçıvanıdırlar ve zehirli meyveden yiyenlere panzehirdir, delirtici meyveden yiyenlere de aklı başa getirici ilaçlar vermek temel görevleridir. Bu bahçe ise dünyadır. Dolayısıyla dedeler alemle, ruhsal alemin keşişme noktasındadırlar. Ancak işlevleri bu dünya ile sınırlıdır. İşlevlerini yerine getirebilmek için ise, adalet, erdem gibi değerlere sahip olmalıdırlar… Allah Eyvallah Degerli canlar… Dede-baba Makamı hakkkında Bu özlü bilgileri verdikten sonra .. dede-baba’lığın olmazsa olmazları üzerinde durmak istedim… 1-Dede-baba Tarikatın en ulusudur… Görev itibariyle Muhammed ile Ali’yi, Pir Hacı Bektaş-ı Veli’yi temsil edendir. 2- Ol kimseler adına ikrar alan ve nasip verendir 3- Dede-baba’nın olmazsa olmaz koşulu Nesli-Saada olmasıdır… yani seyid olması diğer bir değişle Hz. Muhammed ile Hz. Ali’nin soyundan olmalıdır.. Nitekem Kur’an-ı Kerim’de “… Peygamber ve emir sahiplerine itaat, Allah’a itaattir” [/COLOR](Nisa Suresi, 59, 69, 80, Maide 92) Burada bahsedilen “Emir sahipleri” Peygamber’in vekili ve Nübevvetin devamı olan “İmamet” Ali-el Mürteza ve sonrasında gelen 12 İmam’lar ve onların soyundan gelen seyid Dede-baba’lardır. 4- Dede-baba’lığın diğer bir şartı ise “ARINMIŞ” olmasıdır. dede-baba’lık makamını bir çıkarı amacı için kullanmaması, Toplumun çıkarlarını koruması ve kollamasıdır.. Diğer bir değişle nefsine hakim olmasıdır. kendi öz nefsi için çalışmaması, dünyevi isteklerinden arınmış olması ez-cümle.. “Ölmeden ölmek” makamına erişmesi gerekir. 5- Dede-baba evvel emirde.. 4 Hakk kitabını bilmeli, Dört Kapı Kırk makam sırrına ermelidir.. Tasavvuf tabiriyle söylersek… ilim sahibi olmalı “İlmel yakın” ve hakkı görmeye “Aynel yakın” yani Hakk içinde eriyip yok olmaya, Hakk ile Hakk olmaya “Hakkel yakın” olmalıdır… [COLOR=”red”]İmam Cafer Buyruğuna göre: Dede-baba’lık postuna, Ehli Beyt neslinden olmayan oturamaz… Hakk-Muhammed-Ali adına İkrar ve Biat alamaz… Muhammed-Ali soyunda nasibi olmayana yapılan ikrar ve biat haramdır… Bu ez Cümle Kur’an Emridir… Kur’an-ı Azimüsan Buyuruyorki… ” Deki; Ben bu tebliğime karşılık sizden Allah’a ve Ehl-i Beyt’ime sevginizden başka bir şey istemiyorum..” Yani ez-cümle Peygamber’in ümmetinden istediği tek şey; soyuma sahip çıkın! Ben Peygamber’im nübüvvet bende biter… Benden sonra vasiim ve halifem, nübüvvetin devamı benim soyumla olacaktır…. Benim adıma ikrarı biatı’da benim soyumdan gelen imamlar gerçekleştirecektir. diyor… Allah hepimizi…” Doğru bildiği insanların yoluna iletsin yanlış bildiklerinin, yoldan çıkanların, sapıkların değil…” Allah Eyvallah[QUOTE=Dede-baba;550188]İmam Muhammed Mehdi: On ikinci ve son İmam’dır. İmam Askeri’nin oğludur. Künyesi Ebul Hasan lakapları: “Sahib-ü dar” “Kaaim” ” Muntazar”, İmam-ül Hüccet” tir. 869 yılında doğdu. Babasının ölümünden sonra halktan gizlenmiştir. Bu gizlenişe “Gaybet Suğra” (Küçük gizleniş” denir. Bu gizleniş sırasında ümmetine elçilik yapan Ebu Hasan Ali ölünce, “Gaybet-i Kübra” (Büyük gizleniş” başlamıştır. Mehdi’nin tekrar ortaya çıkması… Kıyamet alameti olup… Üç büyük din de bu inanış vardır.. Arap ve şii islam anlayışında görülmeyen ancak Alevi-bektaşi islam terminolojisinde görülen “DEDE” ve “BABA” kelimelerinin aslı “ATA” kelimesinden gelir.. Ata kelimesi eski ve yeni Türk lehçelerin de “BABA” anlamında kullanılmış olup soy anlamına da gelmektedir… Eski Türk’lerde ve Horasan’da halk arasında saygınlığı olan dahası kutsallık kazanmış kimseler “ATA” adıyla anılırdı… eski Türk Oğuz efsanelerinde geçen “Korkut Ata”, “İRKİL ATA”, buna örnek gösterilebilir… Türkler içerisinde tasavvuf akımının yayılmasıyla; bu tür nitelikte olan kişilere, şeyh ve dervişlere, “ATA” lakabıyla birlikte “BABA” da denilmeye başlanmıştır. Böylece asya coğrafyasında ve Şamanilik döneminde “ATA” adı, Anadolu coğrafyasına yerleşme ve İslamileşme döneminde “BABA” adına dönüşmüştür. Kısaca, Anadolulaşma ve İslamileşme dönemi olan bu ikinci evrede “BABA” , “ATA”nın yerini almış ve onun yerine kullanılmıştır. Yeseviliğin içerisinde yetişen ve Harzem-Türkistan bölgesinin önemli Alevi-Bektaşi Erenleri yada Horasan Erenlerinden olan; Çoban Ata, Hakim Ata, Zengi Ata ve Mansur Atalar… tümüyle “ATA” adıyla anılmışlardır. Anadolulaşıldıktan sonra “ATA”, “BABA”ya dönüşmüştür. Örneğin Mansur Ata, Anadoluda Baba Mansur adıyla bilinmekte ve anılmaktadır. Baba Mansur’un Asyada iken adı Mansur ATA olup… oradaki kaynaklarda Mansur Ata olarak anılmaktadır… Anadoluda ayrıca bir süre sonra Türk ve Türkmen boyları İslamiyetle birlikte dini ruhani lider anlamına gelen “BABA” ile birlikte aynı anlamda “DEDE” sözü de kullanılacaktır…. örneğin “DEDE KORKUT” islamiyet sonrası Türklerin kutsal hüvviyet taşıyan önderlerine verdikleri isimlere örnek gösterilebilir… (Kaynak: Ata ve babaya ilişkin geniş açıklamalar için bkz. Fuad Köprülü: Ata İslam Ansiklopedisi, C. I: s. 711 ) Pir Sultan Abdal’dan bir değişle sözlerimize son verelim.. Hasretinle beni üryan eyledin Beklerim yolların gel efendim gel Gönül kuşu kalktı tevlan eyledi Beklerim yolların gel efendim gel Evvel-ahir sensin dönmem senden Leyl-i muhabbetin çıkar mı dilden? Gönül göç eyledi Kavl-ü mekandan Beklerim yolların gel efendim gel Softalar çoğaldı haddini aştı Od düştü sineme ciğerim pişti Şimdi gayret şah-ı Merdan’a düştü Beklerim yolların gel efendim gel Bozuldu yolcular yollarda kaldı Ayin Erkan gitti dillerde kaldı Bendelerin zayıf ellerde kaldı Beklerim yolların gel efendim gel Allah Eyvallah

13. yüzyıl dünyasına damgasını vuran Cengiz Han bir Alevi’ydi.

13. yüzyıl dünyasına damgasını vuran Cengiz Han bir Alevi’ydi.
ttp://www.habercem.com/newpics/news/290520081328590289175_2.jpgHabercem.com İnternet Gazetesi Yazarı Cemal Canpolat’ın yazdığı köşe yazısında 13. yy’la damgasını vuran Cengiz Han’la ilgili çok çarpıcı ifadeler yer almakta. Tarihte Cengiz Yasası olarak bilinen yasanın 10. maddesi Cengiz Han’ın Alevi olduğu bilgisini adeta doğrulamaktadır. İşte o madde: Madde 10- Ali Bek Talip Oğulları’ndan olan hiç kimse vergi ve haraca tabi tutulmayacaktır; keza dervişlerden, Al Kuran hafızlardan, fakihlerden, tabiplerden, ilim erbabından, münzevi hayat yaşayan ve kendini dualara vermiş ilim erbabından, müezzinlerden ve ölüleri yıkayanlardan vergi ve haraç alınmayacaktır.” Cengiz Han yasalarının 11. ve 17. maddesi akıllara laikliğin kökeni acaba Cengiz Han’a mı dayanmaktadır sorusunu akıllara getirmekte. İşte o maddeler: Madde 11: Tüm dinlere (herhangi birine üstünlük tanımaksızın) eşit derecede saygı gösterilecektir. Bu Tanrı’nın hoşuna gider. Madde 17: Herhangi bir mezhebe diğeri karşısında üstünlük tanımak, keza diğer kişilere hitap ederken (yüceltici) fahri ünvanlar kullanmak yasaklanmıştır; sultana ve diğer kişilere hitap edilirken, sadece adı kullanılacaktır. İŞTE ARAŞTIRMACI YAZAR CEMAL CANPOLATIN YAZISI CEMAL CANPOLAT: Cengiz Han bir Aleviydi Cengiz Han’ın soyunun, Hz. Hüseyin’in oğlu Hz. Zeynel Abidin’e dayandığı ve bu sülaleye (Ehlibeyt Nesli) özel bir ilgi ve saygı gösterilmesi söz konusudur. Cengizliler’in önemli özelliklerinden biri, bütün dinlere ve inançlara eşit ve hoşgörüyle bakmalarıydı. Bugünkü anlamda tam laik bir anlayışa sahiplerdi. Bunun yanında, eski çağlardan beri, Tek Tanrı inancını bütün motifleriyle muhafaza ediyor, bu inançlara bağlılık ve büyük hassasiyet gösteriyorlardı. Cengiz’in oğlu Ögeday (Oktay), savaşlarda insanları kılıçtan geçirdiği iddiasıyla, kendisini katillikle suçlayan Papa’ya, gönderdiği mektupta: “Ben adam öldüremem. Kimim ki? İnsanı ancak ALLAH öldürebilir” diyor, olayları Tanrı’nın takdiri olarak ifade ediyordu. Timurlular bölümünde geniş şekliyle ele aldığımız bir konuda, konumuz açısından büyük bir önem taşır. Cengizliler hareketinin batıya yöneldiği zamanlarda, aralarında rivayet edilen Moğal ananesinde, Cengiz Han’ın soyunun, Hz. Hüseyin’in oğlu Hz. Zeynel Abidin’e dayandığı ve bu sülaleye (Ehlibeyt Nesli) özel bir ilgi ve saygı gösterilmesi söz konusudur. Bu inancın taşındığını ifade eden bilgiler ve menkıbevi anlatımlar kaydedilmiştir. İslami anlatımlarda, Hz. Ali ve neslinden bazılarına atfedilen bir rivayet Cengiz Han içinde anlatılır; Moğolların en eski kültürel inançlarında da bulunduğu söylenilen rivayet “müstakbel cihan fatihinin avucunda bir kan pıhtısı olduğu halde doğmak motifi, Anadolu’da Hz. Ali menkıbelerinde rastlandığı gibi, bir çok yerde anlatılan halk masallarının kahramanlarına yakıştırılır. Cengizliler’in , Horasan , İran ve Anadolu’da Ehlibeyt nesline karşı özel bir ilgi ve hürmet gösterdikleri malumdur. Cengiz Han, Özbekistan’daki o zaman Alevilerin (Ehlibeyt soyu) yerleştiği, “Seyyidler Şehri” Tirmiz’i aldığnda, şehri kılıçtan geçirmesine rağmen seyyidlere dokunmamıştır. Bütün şehir binalarını yıktığı halde, “Seyyidler’e ait” Ulu Cami’ye saygı göstermiş ve yalnız bu camiyi yıkmamıştır. Cengiz Han zamanı (1220), Sabutay, Meşhed’e geldiğinde Meşhed etrafında büyük bir katliam ve tahribat olmuş, fakat Ali evladından (8. İmam) İmam Rıza’nın türbesine hiç dokunmamışlardır. 15. asırda Tirmiz’deki bu seyyidlerle, Cengiz soyundan gelen Timur ahfadi arasında da iyi ilişkiler olduğu bilinmektedir. En önemlisi, bu konunun dünyaca ünlü “Cengiz Yasası”nda yer almış olmasıdır. Dr. Erenjen Kora-Davan’ın, “Bir komutan olarak Cengiz Han ve Mirası” (12-14. yüzyıllarda Moğol İmparatorluğu’nun durumuna ilişkin tarihi kültürel inceleme) adlı eserinde de, Cengiz Han’ın imparator ilan edilişi ve imparatorluk teşkilatı adlı 6. bölümde ve aynı bölümün büyük yasa adlı ekinde; meşhur Cengiz Han yasasına ait bilgiler yer almış ve kaynaklarda korunmuş olan, Birlik ve Yasa başlıklı iki bölümden oluşan Yasa maddelerinin tümü bu bölümde verilmiştir. Anılan eserde Cengiz Yasası’nın 10. maddesi aynen şöyledir: “Madde 10: Ali Bek Talip Oğulları’ndan olan hiç kimse vergi ve haraca tabi tutulmayacaktır; keza dervişlerden, Al Kuran hafızlardan, fakihlerden, tabiplerden, ilim erbabından, münzevi hayat yaşayan ve kendini dualara vermiş ilim erbabından, müezzinlerden ve ölüleri yıkayanlardan vergi ve haraç alınmayacaktır.” Ali Bek açıkça anlaşıldığı gibi, Hz. Ali’dir. Türkçe ifade edilen, “Ali Bek Talip oğlu” adının Arapça karşılığı “Hz. Ali bin Ebu Talip”dir. 13. yüzyıla ait bu yasanın insan şahsiyeti, inançları ve insan hakları açısından 21. yüzyıla, belki de ötesine hitap edebilecek yüksek bir anlayışı ifade eden, 11. ve 17. maddeleride aynen şöyledir: Madde 11: Tüm dinlere (herhangi birine üstünlük tanımaksızın) eşit derecede saygı gösterilecektir. Bu Tanrı’nın hoşuna gider. Madde 17: Herhangi bir mezhebe diğeri karşısında üstünlük tanımak, keza diğer kişilere hitap ederken (yüceltici) fahri ünvanlar kullanmak yasaklanmıştır; sultana ve diğer kişilere hitap edilirken, sadece adı kullanılacaktır. CENGİZ HAN’IN TÜRKİSTAN TÜRKLERİ TARAFINDAN KUTSALLAŞTIRILMASINA BİR ÖRNEK DE, DEVLET ŞAH’IN NAKLETTİĞİ MENKIBEVİ BİR OLAYDIR. HARZEMŞAH SULTANI MUHAMMED’İN CENGİZ HAN’LA YAPTIĞI SAVAŞLARDA HEP MAĞLUP OLMASI YÜZÜNDEN, BÜYÜK OĞLU CELALEDDİN BABASI SULTANA ŞÖYLE BİR SORU YÖNELTİR: -“SİZİN KAHRAMANLIĞINIZ VE SİYASETİNİZ ALEMCE MALUMDUR. YİRMİ SENE İSTEDİĞİNİZ GİBİ BAĞIMSIZ OLARAK İRAN’DA HÜKÜMET SÜRDÜNÜZ. ŞİMDİ DE ŞU BİR AVUÇ DİNSİZDEN KAÇIYORSUN. MÜSLÜMANLARI KAFİRLERİN ELİNDE RÜSVA VE PERİŞAN EDİYORSUN” BU SORU ÜZERİNE SULTAN MUHAMMED DE ŞÖYLE CEVAP VERİR: – EY OĞUL BENİM DUYDUĞUM ŞEYLERİ SEN DUYMUYORSUN. CELALÜDDİN BU NASIL SÖZ DEDİ, SULTAN ŞÖYLE DEVAM ETTİ; – MUHAREBE SAFLARINA YAKLAŞTIĞIM HER ZAMAN, BÜTÜN RİCALÜL-GAYB’IN BANA “EY KAFİRLER, FISKU FÜCUR ÇIKARANLARI ÖLDÜRÜNÜZ” dediklerini duyuyorum. Gayri ihtiyari olarak bir korku, bir dehşet beni istila ediyor. Evlad, eğer beni bu konuda mazur görürsen yeridir. Din büyüklerinden ilahi sırları keşfedenlerden (Eshab-ı kef) Cengiz Han’ın askerlerinin önünde Resulullah’ın ve Hızır Aleyhisselam’ın bulunduğu ve onlara rehberlik etmiş oldukları nakledilmiştir. NOT: NİHAT ÇETİNKAYA’YA ‘KIZILBAŞ TÜRKLER’ İSİMLİ ÖNEMLİ ÇALIŞMASINDAN DOLAYI AYRICA TEŞEKKÜR EDİYORUM KAYNAKLAR Kızılbaş Türkler, Nihat Çetinkaya 782- Kandemir Dimitri, a.g.e c.1, s.36 783- Barthold, W. Cengiz Han Mad. İslam Ans, c.3, s.91 784- Hoca Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet, Haz.: Dr. Hayati Bice, Türkiye Diyanet Vakfı Yay. Ankara 1993, s.212 785- Esin, E. a.g.e , s.124 786- Esin, E. a.g.e, s. 124 787- Togan, Ord. Prof. Dr. A. Zeki Velidi, Oğuz Destanı, Enderun Yay, 2. baskı, İstanbul 1982, s. 108-109 788- Günaltay, Yakın Şark 4, 11. Bölüm, 2. Baskı, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1987, s. 630 789- Günaltay, İran Tarihi, C.1, Türk Tarih Kurumu Yay. Ankara 1948 s. 119 790- Togan, Ord. Prof. Dr. A. Zeki Velidi, “Oğuz Destanı” s. 84 791- Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, s.70 792- Togan, Oğuz Destanı, s.84 793- Togan, Prof. Dr. Z. V. , Moğollar, Çingiz ve Türkler, İstanbul 1941 s.27 794- Togan, a.g.e, s.7 795- Barthold, W., Cengiz Han Mad., İslam Ans, c.3, s.91 796- Roemer, R. Hans, Timurlular Mad. İslam Ans, c.12/1. s.3 797- Mirorsky, V., Tüs Mad., İslam Ans, c.12/2 , s.127 798- Khara-/ Davan, Dr. Erenjen, Çingis Khan kek Polkovodets ve Yega Nasiedie, Kulturno İstoriçeskiy Oçerk Mongolskoy İmperi 12. 14. vekov Almatı, KRAMADS Ahmet Yesevi Yayınevi, 1992, s. 184-185. Birinci Baskısı 1929’da Belgrad’da yapılmışıtır. Kitapta 13. bölüm ve 4 ek vardır. (Anılan eserden ilgili bölümü, çalışmamız için, Rusça’dan. Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyelerinden Türkolog Arif Acaloğlu çevirdi.) Haber: http://www.haberce

WordPress.com News

The latest news on WordPress.com and the WordPress community.

Alevi Kütüphanesi

Bismişâh Allâh Allâh Gerçeğe Hû